Hristiyanlığın Kadim Tevhid (Monoteizm) Feneri Aryanizm Hristiyanlığın Kadim Tevhid (Monoteizm) Feneri Aryanizm Kuzey Afrika’nın gelini sayılan Libya’da yaşayan dürüst ve basiret sahibi rahip Aryüs'ün tek derdi tüm cihanşümul Hristiyanlarını saplandığı bataklıktan kurtarmaktı. Bu düşüncesi doğrultusunda 4. yüzyılın ilk çeyreğinde yani 312 yılında rahip Arius (280-336) Aryanizm mezhebinin temelini atmıştı. Ayrıca Aryanizm mezhebinin kuruluşu I. Konstantin’in Hristiyanlığı resmen tanıdığı 313 Milan fermanı ile ilginç bir şekilde kesişmektedir. Bunun dışında Ariusçular, söz konusu “antitriniteryen” (Üçleme karşıtı) Hıristiyanların öncüleriydiler. Teslise (Trinite) inanmadığı için, 312’de öldürülen Kilisenin babası sayılan Antakya piskoposu Lucian’ın talebesi olan Arius hakiki Hıristiyanlıktan ayrılan kiliseye karşı gelmesi ile meşhurdur. Fakat bazı tarihçilere göre Aryüs mezhebinin gerçek kurucusu Aryüs değil hocası Lucian’dır. Hatta Lucian için ‘Aryüs’ten önceki Aryüs’ denilmektedir. Daha sonra da Ariusçuların izinden giden birçok gurup ortaya çıktı. Arius Teslise yani üçlemeye karşı çıkmıştır. Aryüs’ün fikirlerinin çıkış kaynağı tek Tanrı anlayışıdır. Ona göre Tanrının en önde gelen sıfatı tek olmasıdır. Bu Tanrı doğrulmamış (agennetos ), ezeli, ebedi, mutlak iyi ve hikmet sahibidir. Aryüs kilise babalarının İsa Mesih’i Baba gibi Tanrı kabul etmesinin iki Tanrıcılık olacağını söyler. Ona göre bu konudaki endişeleri ortadan kaldırmak için yapılan teviller de yetersizdir. Bu nedenle İsa Mesih mutlak anlamda Tanrı değildir. Tanrı, kâinatı yaratmak istediğinde bunu gerçekleştirmek üzere oğlunu bütün zamanlardan önce yoktan yaratmıştır. Oğul da Tanrının isteğine itaat ederek ondan aldığı güçle kâinatı yaratmıştır. Oğul ezeli değildir, sonradan yaratılmıştır (gennetos). Yaratılmış olduğu için Tanrı değildir. İbni Hazm'a göre o mücerret (içerikten yoksun) bir tevhit inancına sahip olup Hz. İsa Peygamberin Tanrı tarafından yaratılmış bir kul ve gökleri ve yeri kendisi vasıtasıyla yarattığı bir kelime olduğunu öne sürmekte idi. Burada İbn Hazm’ın Ariusçuluğun görüşünü‚ mücerret tevhit olarak değerlendirmesi Kur'an'ın ilgili ayetleri ile kurmuş olduğu bağlantıya dayanmaktadır. Aryanizm mezhebine göre Hz. İsa yaratılan bir kul ve Tanrı’nın kelamıdır. Bunun dışında Aryanizm mezhebinde bir uyarıcı, daha doğrusu Paraklit‛in geleceğine dair bir inanç da canlı olarak bulunmaktadır. Bu yüzden İbn Hazm, onların bu nedenle‚ 'Tanrım, insanlara öğretmek için Âdemoğlu beşer Paraklit gönder' diye dua ettiklerini nakletmektedir. Aryüs fikirlerini ilk olarak 318 ya da 319 yılında açıklamıştır. Arius’un bu öğretileri yaygınlaştı, pek çok taraftarı oldu. Asyut Kilisesi (Mısır kilisesi) bu öğretileri benimsedi. İskenderiye, Makedonya, Filistin ve İstanbul’da pek çok güçlü kimseler onun mezhebini kabul etti. Bilahare, İskenderiye Patriği Aleksander Arius'u teslise inanmadığı için aforoz etti. Nitekim kendisine yapılan tüm uyarılara karşı çıkınca kiliseden kovuldu. Binaenaleyh, Arius ölüm korkusundan dolayı değil lakin fikirlerini daha rahat bir şekilde yayabileceğini düşünerek Filistin diyarına hicret etti. Diğer taraftan Arius kapı kapı dolaşıp fikirlerini halkın arasında yaymaya başlamış ve bu amaçla da Thalia (kelime olarak şölen anlamına gelir) adlı eserini yazmıştır. Kendine destek kazanmak için Mısır’ı terk ederek bütün Ortadoğu ve Küçük Asya’yı gezen Aryüs, Nicomedialı (İznik) Eusebius ile Kayserili Eusebius’un desteklerini kazanmıştır. Bu iki piskopos Arius adına faaliyette bulunarak önemli bir doğu piskoposları grubunu onun tarafına çekmeyi başarmışlardır. Bilhassa Arius'un sık sık zikrettiği husus şuydu: Biz Hristiyan değil Nasranî’yiz demesiydi. Hulasa Arius'a göre, sonsuzdan beri var olan Tanrı Tek'tir, Hz. İsa ise sonradan Tanrı tarafından yaratılmıştır. Taraftarları zamanla çoğaldı. Arius ayrıca rakipleri tarafından kâfir olarak tanımlanırken aşırı liberal ve teolojisini gevşetmekle suçlanmıştır. Fakat bazı tarihçiler Arius'un oldukça muhafazakâr olduklarını belirtirler ve kendi bakışına göre Hıristiyan Teolojisinin nasıl bu kadar rahat antik Helen Pagan Felsefesi ile karıştırılmasından ıstırap duyduğunu belirtirler. Bundan sonra imparator Konstantin tarafından İznik'te 318 piskoposun katılımıyla Arius'a karşı toplantı düzenlendi. Toplantı sonunda 325 yılında İznik Konsülünün gerçekleştirilmesi kararı alınmıştır. İznik Konsülünün asıl sebebi Aryanizm mezhebini sindirmek için gerçekleştirilmiş olmasıdır ve inanç esasları da bu amaca yönelik hazırlanmıştır. Bunun üzerine toplantıya 2000'in üzerinde piskoposun katıldığını, fakat bunlardan sadece 318'i oğlun bütün yaratılmışlardan önce babadan doğduğunu, baba ile aynı tabiattan ve yaratılmamış olduğu görüşünde birleşebildiğini, Arius'u da görüşlerinden dolayı aforoz ettiklerini belirtmiştir. Özelikle İznik Konsülünde tevhit inancını savunan Arius'a baskı yapıldığı, imparator Konstantin’in emri üzerine meclisten 700'den fazla din adamının çıkartıldığı ve geri kalan 318 üyenin, oğul ile babanın aynı cevherden olduğunu kabul etmedikleri halde "Nikya akidesi" olarak bilinen metni imzalamak zorunda bırakıldıklarını belirtmiştir. Böylece akıllıca oynanan bu oyun sayesinde teslis inancı kabul edilmiş lakin Aryanizm ise aforoz edilmiştir. Ancak İznik Konsülünün İsa ile ilgili kararındaki temel kavramı "aynı özden (homoousios)" ifadesi oluşturuyordu. Katolik görüşü yansıtan bu kavram doğulu piskoposların çoğunluğunca beğenilmemişti. Bu ihtilaftan dolayı yüzyıllar sonra 1054 yılında kilise Katolik ve Ortodoks olmak üzere iki kısma ayrılmış ve aynı özden (homoousios)" kavramı günümüze dek iki Hristiyan mezhebi arasında devam etmektedir. İznikKonsülünde Pavlusçular (üçlemeye inanlar) galip gelmiş Aryüsçular (üçlemeye inanmayanlar) kaybetmişlerdir. Sonuç olarak Pavlusçular galip gelerek teslis inancını tüm cihanşümule yayarak 325'ten günümüze de Hristiyanlığı şekillendirmişlerdir. İmparator I.Konstantin İznik konsülünden sonra Aryüs mezhebine ait tüm kitapları yaktırma emri vermiştir. Buna Thalia ("bereket", "iyi yiyecek" ya da "şölen") isimli yazdığı bir şiir kitabı da dâhil olmuştur. Arius'un İllirya'ya sürgününe ve Konsil'in amentüsünün sözde sonucuna rağmen, Arian İhtilafı tekrar başladı. Artık Aryüs mezhebini tasfiye etme süreci başlamıştı. Piskopos Alexander 327 yılında öldü, İskenderiyeli Athanasius, ruhbanlıkta yaş ile ilgili şartı karşılamasa da onun ardılı oldu. Bu ihtilaflara son vermek isteyen Doğu Roma imparatoru (Bizans imparatorluğu diye bir kavram imparatorluğunun yıkılışından 104 yıl sonra yani 1557 yılında ilk defa Alman Âlim Hieronimos Wolf tarafından zikredilmiştir) 336 yılında Konstantin rahip Aryüsü saraya davet edip önce işkence yapmış sonrada zehirletilerek öldürülmüştür. Hassaten Aryüs taraftarlarına karşı baskılar arttırılmıştı. Aryüs mezhebi 381 yılında gerçekleştirilen Birinci İstanbul Konsülünden sonra Aryanizm mezhebi Doğu Roma imparatorluğu sınırları dışına çıkarılmıştır. Lakin Aryüsçüler yani üçleme inancının reddeden topluluklar, tarihin her döneminde büyük baskılarla karşılaştı. Topraklarından sürüldüler, aforoz edildiler, diri diri yakıldılar, türlü işkencelerle öldürüldüler. Ancak baskılar onları tarih sahnesinden silmeye yetmedi. Üçleme karşıtlarının çok büyük bir bölümü inançlarına sadık kaldılar ve "Tanrı birdir" demekten vazgeçmediler. Hassaten Rahip Arius'ün yaktığı Tevhit (monoteizm) meşalesi İtalya’ya (Ostogot ve Lombardlar), Fransa’ya (Galya) , Almanya’ya (Gotlar), İspanya’ya (Vizigotlar), Kuzey Afrika’ya (Vandalar), Ortadoğu’ya (Nesturîler), İrlanda’ya, balkanlara (Bogomil ve Pavlikiyanlar) ve Habeşistan’a kadar ulaşmıştı. Hatta Hz. Muhammed'i Şam'da gördükten sonra peygamber olduğunu anlayan Rahip Bahira da Aryüs mezhebine bağlıydı. Ayrıca Müslümanlar Habeşistan’a hicret ettikleri vakit Müslümanları himaye eden kral Necaşi de Aryüs mezhebindendi. Rahip Ulfilas Batı Avrupa kavimlerini Aryanizm’le tanıştırmıştır. Vizigotlar İtalya’yı ele geçirdikleri zaman mezhep bir kez daha Batı Roma İmparatorluğu sınırları içinde sağlam bir taban buldu. Vizigotlardan sonra Aryanizm’i benimseyen Vandallar da Almanya üzerinden Galya içlerine aktılar. 409’da Pireneler’i aşarak Aryanizm’i İspanya’ya taşıdılar. 429’da Vizigotların önünden kaçan Vandallar, bu yasaklanmış mezhebi Kuzey Afrika’ya götürdüler. Franklar ise Galya’da Ariusçulara yaşam hakkı tanımadılar. Kral Reccared ise 589’da İspanya’da Ariusçuluğu yasakladı. Kuzey Afrika’da Bizans İmparatoru Justinianos (Jüstinyen) Moritanyalıları ve Vandalları bire varıncaya dek katletmiştir. Sadece Sireneyka da 500 bin Aryüşçüyü katletti. Yine aynı imparatorun en güzide kumandanı Velisarios tarafından 300 bin Aryüsçü Ostragotları katletmesiyle Ariusçuluk İtalya’da kısa bir duraklama dönemine girdiyse de 568’de Lombard istilası bu mezhebi daha güçlü olarak geri getirdi. Lombard Kralı Liutprand’ın (712-744) Aryanizm’den dönmesi ve bu akımı yasaklaması sonunda mezhep 8. yüzyıldan başlayarak tüm etkinliğini yitirdi. Bilahare, Arius akımının öncülerinden biri de Suriye doğumlu bir manastır rahibi olan Nestorius’tu. 428 yılında İstanbul Piskoposluğu gibi önemli bir makama getirilmişti. Ancak kendisini bu yere getiren kilise hiyerarşisine karşı teolojik bir mücadele başlatmakta gecikmedi. Nestorius’un hedef aldığı kavramların başında, kilise tarafından Hz.Meryem‘e verilmiş olan “Theotokos=Tanrı’nın Annesi” sıfatı geliyordu. Roma kilisesi dördüncü yüzyılda bu sıfatı Hz. Meryem’e vermiş ve onun, Hz. İsa’yı ve ondan sonraki diğer çocuklarını doğurmasına rağmen “ebediyen bakire” kaldığını ilân etmişti. Nestorius ise buna karşı çıkarak şöyle dedi : «Kimse Meryem’e “Tanrı’nın Annesi” demesin, çünkü Meryem sadece bir insandı.» Aslında Nestorius, kilisenin sapkın öğretisinin çok küçük bir bölümüne karşı çıkmıştı. Hz. İsa’nın Tanrı sayılmasına karşı açık bir şey söylemiyordu. Ancak bu bile kilise tarafından büyük bir tepkiyle karşılandı ve Nestorius’un da aynı Arius gibi antitrineteryen bir “sapkın” sayılmasına yol açtı. 431 yılında Efes’te toplanan bir konsülde Nestorius aforoz edildi. Nestorius 435 yılında Mısır çölüne sürüldü, ama etkisi sona ermedi. Pers(İran) Kilisesi zaman içinde giderek Nestorius’un görüşlerini benimsedi. Günümüze kadar varlığını sürdüren “Nasturi Kilisesi”nin merkezi bugün halen San Francisco’dadır. Nasturiler ekseriyetle Irakta yaşamış ve Sasani İmparatorluğu tarafından Bizans’a karşı bir koz olarak kullanılmışlardır. Arius akımının diğer bir öncüsü de İrlanda’da kurulan Kelt Kilisesi’ydi. Kıta Avrupa’sından tamamen izole edilmiş bir durumda “Ariusçu” çizgide gelişti. Katolik Kilisesi’nin İrlanda Kelt Kilisesi’ni resmi olarak egemenliği altına aldığı 664 yılına kadar, üçleme inancı İrlanda’ya yabancıydı. İrlanda Kilisesi’nin Nasranî öğretisine paralelliğini gösteren önemli bir özelliği vardı: Yahudi kaynaklarına olan sadakat. Kelt Kilisesi, Hz. İsa’nın Yahudi hükümlerine titizlikle uyduğuna inanıyor, bu nedenle de Eski Ahit’e büyük önem veriyordu. Bu eğilim o kadar güçlüydü ki, Kilise Roma’nın egemenliği altına girdikten sonra bile devam etti. 754 yılında bazı Katolik rahipler; “İrlandalı rahiplerin Kilise’nin kutsal metinlerini önemsemediklerini, Kilise önderlerinin yazılarını reddettiklerini ve konsüllerin kararlarını dikkate almadıklarını” belirterek bundan şikâyet ediyorlardı. Ancak Kelt Kilisesi’nin bu direnişi de kısa bir süre sonra kırıldı. Böylece Katolik Kilisesi dördüncü yüzyılda başlayan bir süreç ile tüm sözde “yanlış yola sapanları bir şekilde tasfiye etmiş oluyordu. Oysa bu tasfiye edilen akımlar, Hz. İsa’yı ilâhlaştıran batıl öğretiyi reddediyor, bir ve tek olan Tanrı‘ya iman etmeyi tebliğ ediyorlardı. Fakat İrlandalılar ile Katolikler arasındaki bu mücadele hiç bitmemiş sadece Aryusçular mezhep değiştirerek Protestanlığa intikal etmelerine rağmen günümüze dek Katoliklere karşı mücadele etmektedirler. Allah’ın yolundan çıkanların yüreklerine dünya tutkusu girer. Dünya tutkusu da düşmanlığa yol açar. Onlarda da böyle olmuştu. Birbirine ters düşmüş birçok Hıristiyan mezhepleri arasındaki düşmanlık, asırlarca süregeldi. Her mezhep sahibi, diğerini küfür ile suçlamış, bu yüzden aralarında savaşlar çıkmış, bugün de düşmanlık sürmektedir. Bu hususta Kur'an-ı Kerim'de Allah şöyle buyurmuştur: "Biz Hıristiyanlarız diyenlerin de sözünü almıştık, ama uyarıldıkları şeyden pay almayı unuttular. Bu yüzden Kıyamet Günü’ne kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık. Yakında Allah onlara, ne yaptıklarını haber verecektir." (Maide suresi 14. Ayet). Lombardların mezhep değiştirmesiyle yüzyıllar boyu karanlığa gömülen Aryanizm mezhebi Balkan yarım adasında Pavlikianizm ve Bogomilizm mezhepleriyle zuhur etmiştir. Ariusçu çizgide olan bu iki mezhep Balkanlardaki Ortodokslarla devamlı rekabet ve mücadele halinde olmuşlardır. Bundan dolayı Osmanlı imparatorluğu Balkanlarda fütuhatlar elde ederken Bogomiller (14. Yüzyılın 3. Çeyreğinde), Pavlikianlar (15.yüzyılın 4. Çeyreğinde) kendilerini İslam’a daha yakın hissettikleri için İslam’ın adaletini ve hoşgörüsünü benimsemişler ve bunun akabinde İslam dinini kendi arzularıyla kabul etmişlerdir. Örneğin Balkanlarda dağınık olarak yaşayarak Bogomil mezhebine mensup olan Pomak Türkleri hem Osmanlı'nın adaletinden etkilenmişler hem de Müslümanların da teslis inancını kabul etmedikleri için kendilerini Hristiyan olmayan Müslüman olan Osmanlılara karşı daha yakın hissetmişlerdir. Osmanlı imparatorluğunun hoşgörü ve adaletin kaynağı olan İslam dini sayesinde gönüllerini fethettiği için Bogomil mezhebine mensup olan Pomak Türkleri İslam’ı kılıç zoruyla değil de kendi istekleriyle kabul etmişlerdir. Böylece rahip Arius'un yaktığı tevhid feneri İslam dininde aydınlandıktan sonra meşakkatli ve külfetli günler geçiren Ariusçular İslam dini ile şereflenerek gecenin zifiri karanlığında şafak vaktine erişebilmişlerdir. Aryanizm mezhebi yüzyıllardan beri aradığı tevhit ışığını İslam'da bulmuştur. Harun Halil Kaynak:http://www.milletgazetesi.gr/view.php?id=4185
|
3306 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |