• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/p/Yunt%C3%BCrk-Yunanistan-T%C3%BCrkleri-K%C3%BClt%C3%BCr-ve-Dayan%C4%B1%C5%9Fma-Derne%C4%9Fi-100081744846002/?_rdr
  • https://twitter.com/yun_turk
YUNTÜRK LOGO

Batı Trakya ile ilgili YÖK Tez ve Makaleler
TBMM'de Batı Trakya Oturumu
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.440034.5781
Euro35.959736.1038
Yunturk Twitter
Ziyaret İstatistiği
Aktif Ziyaretçi11
Bugün Toplam305
Toplam Ziyaret5395905
                        
YUNANİSTAN TÜRKLERİ KÜLTÜR VE DAYANIŞMA DERNEĞİ 
Babam ve Ben
 
1926 yılında babaannem bu kez  düşük yapmamak için babamı doğurmaya memleketi Rodos’a gidiyor. Bir İtalyan doktorun yardımıyla doğan babama dursun ve yaşasın diye Durmuş Yaşar ismini kulağına okuyorlar.

Güzel sesli hafız Bilal ile güzel Necla’nın kızı babaannem Rodos’u son kez görüyor.

Rodos’ta limandan gemi ayrılırken babaannemin neler hissettiğini düşünmeye çalıştım ben de  yıllar sonra ayrılırken ayni limandan. Uzanıp giden sahildeki narenciye bahçelerine son kez bakışını, artık var olmayan  el değmemiş kıyıları hayal ettim. Geride kalan akrabaları, sevdiklerini ve  eski  güzel konakta düğün gecesini ardında bırakıp hüzünlü İzmir’e dönüşü.
 
Dedem Midilli’den, Babaannem Rodos’tan göçmen olarak yerleşir İzmir’e. Yunan’ın yakıp yıktığı İzmir’e.Arap Camii’nin yakınına. Bahçe içinde iki evin yüz yüze baktığı tahta kapılı bir mekan. İki basamakla çıkılan sofa ve duvarda bakırlar.Bahçede koşturmaca ve çiçeklerle hayale dalma. Esmer babaanneme benzeyen babam. Yakışıklılığı dillere destan bir genç adam. Simsiyah,dalgalı ve gür saçlar, gece gibi siyah gözler ve kaşlar, bembeyaz inci gibi dizilmiş dişler ve üzerinde bir ton açık bıyıklarıyla gülümseyen biçimli bir ağız. Bu yakışıklı erkeğin hırçın ve hüzün dolu çocukluğu.

Enver Paşa’yla  Sarıkamış’a, Balkan Savaşına ve Kurtuluş Savaşı’na Çanakkale’ye  katılan dedemin maceralı hayatı  yeni kurulan Türkiye’de pek para etmiyor. Bütün mal mülklerini bırakıp gelen ailenin yoksullaşması. Devletimiz fakir diye verilen zeytinlikleri almayan dedemin okuyan oğlu, babama orta okul  son sınıfta  takım elbisesi yok diye hakaret eden öğretmen. Onun silinmeyen anısı ve nefreti….  “Elbisen yoksa okuma” diyen bu öğretemeyeni yıllar sonra altında son model araba varken gördüğünde geçirdiği sinir krizi… Annemin engellemesiyle arabayı üzerine sürmekten vazgeçen  gururlu çocuk.Babam.

Her zaman gururlu ve namuslu. Küçük yaşlardan itibaren  çalışan babam. Cellat Gölü’nde taş taşıyan,terzi yamaklığı ve hatta bulaşıkçılık yaparak  büyüyen babam. Amcamla yazın taş ocağında çalışırken  okumuş biri olarak hesapları patron ona devrediyor. Gelince bakıyor ki amcama herkesten az yevmiye yazmış .Neden diye soruyor. Babam cevap veriyor: Çünkü tembel hak etmiyor! Gülüyor patronu ve ekliyor:”o daha çocuk Yaşar!”

Babasını kaybedince üç kardeşine ve annesine bakıyor babam.herkesi evlendiren ve yıllarca baba sorumluluğundan vaz geçmeyen bir baba. Onlara kol kanat geren,annesi söz konusu olunca   dağları deviren, dedemin adı geçince o gururlu başını eğip gözyaşlarına boğulan babam. İnatçı, kırıcı,sadece doğruyu söyleme uğruna herkesi silip atan , çalışkan ve hep ayakta kalmaya azimli.

Dedem ona çocukken  her gün  günlük gazeteleri okutuyor. Kocaman bir sandıkta saklanan bir çok belge, bilgi ve defterler. Bir gün geliyor eve  ve babama “sakın politikayla uğraşma” diyor , sandığın içindeki her şeyi yakıyor! Her gün havaya göre ayakkabı değiştiren, şık giyinen ve bastonu,şapkası olmadan evden çıkmayan dedemin vasiyetini bana ne kadar söylediyse de  benim ilgimi gördükçe;”aynen deden gibisin” derdi.

Dedemin hüsranlarına uğramak, elemlerine aşina olmak kaderimde vardı sanırım.

İngilizce,İtalyanca,Rumca ve biraz da Almanca konuşan dedem bu yetenekleriyle  yabancılara şoförlük yapıyor uzun süre. Kardeşini Kubilay  vakasında katlediyor gericiler. Babam bunu hep anlatırdı bize. Medeni ve okumuş olmak  önemliydi babam için.

Benim okumamla her zaman gurur duydu. Kimse kızını bir yere bırakmazken babam bana özgürlük verdi. Atletizm  yarışmalarına,basketbol turnuvalarına katıldım, seyahat ettim.

Kendi sosyalleşmekten hoşlanmıyordu toplumuna küsmüştü ama biz dört kardeşi hep teşvik etti.

Anneme aşık bir kocaydı. Onu görene kadar hiçbir kadına bakmamış, ünlü yakışıklılığıyla asla çapkın olmamış bir erkek.Kızlarını teklif eden babalara da hep olumsuz cevap vermiş. Dedemi çok namuslu diye sevmiş ve anneme de aşık olmuş. O günden sonra da başka bir kadın onun için söz konusu olmadı. Çünkü bize hep şöyle der:” Gerçek erkek bir kadını seven ve ona sadık kalandır”. Eklerdi ardından “arı baldan kaçmaz.Kadın gidiyorsa erkek yüzündendir.”

Kız çocuklarının okumasını erkeklerden daha önemli buldu her zaman. “Erkek çocuk simit de satar ama kızlar okumalı ve ayakları üstünde kendi namusuyla durabilmelidir “ diyen babam  namussuz bir dünyaya  öfkeli bir adam. Bu yüzden ticaret yapıp bir dönem başarılı sayılsa da , dört kez iflas ederek bu konuda ilerleyemedi. Aklına geleni geldiği anda söyleme alışkanlığı ve sevmediğine asla taviz vermemesi , ateşli bir CHP taraftarı diye muhalif partinin belediye başkanının gazabına uğraması  devamlı bir savaş içinde bıraktı onu. Oysa onu koruyan bir siyasi kurum ya da şahıs yoktu,o savaşın içinde hep yalnızdı.

55 sene evliliğinde anneme büyük bir aşk ve sevgiyle bağlı olan babam annem ölünceye kadar ona bakan kişi oldu.Yabancıya teslim etmedi. Her türlü zorluğu  kendi yendi. Aşkını son dakikaya kadar hissettirdi ve ona “güneşim”, “fıstık içi” diyerek ebediyete uğurladı. Annem onun için her zaman güzel, ince ve sevilesi bir kadındı.Ona bütün merhametini verdi.

Gerçek sevgi dış görünüşe,yıllara ve hastalıklara asla aldırmıyordu bunu babamdan öğrendik. Ruhuyla teslim olduğu tek kişi annemdi.

Sonra en çok sevdiği çocukları. Hayatta ailesi dışında pek az insanı ciddiye aldı. İnsanlar hep ihanet edebilir varlıklardı ona göre. Nankördüler. Bize hep cömertti.

Çocuklarına sevgisi de onlara cömertliğiyle eşdeğerdeydi. “Çocuklarıma bırakacağım miras onların tok gözlülüğü, görgüsü ve asaletidir” derdi. Annem iflaslarından ve kayıplardan söz edince de “işte sana dört tane apartman,dört tane mülk! Çocuklarından başka mülke ne gerek var” diye kestirip atar ve annemi delirtirdi. Çocuklarının değeri onun için ölçülemez bir kıymet.

Babamla çocukken pazara gittiğimde onu  lokanta işleten biri sanırlardı.Her şeyi kasayla veya çok fazla alırdı.Ev her daim dolum döküm olmalı ve misafirle dolmalıydı. Yazlığımızda bir günde 25 kişi geldiği olurdu. Yenir içilir,sohbetler ve eğlence ile yaz günleri bir şölene dönerdi. Babam  o dönem ulaşım az olduğu için  bazı geceler yüz kilometre   yol yapar herkesi evine bırakırdı. Yorgun eve gelir ama asla şikayet etmezdi. Annem onun yerine söylenirdi. Arkadaşlarım üniversite hayatım dahil hep evimizde soframızda oldular. Kalabalık masalar,uzun sohbetler….. Annemin harika Rumeli ve Girit yemeklerinin tadına bakan ve doyamayan arkadaşlar,misafirler….

Annemin donattığı sofralarda Pazar günü bir  yaşam şöleniydi. Özel kahvaltı ,özel yemeklerle süslü bir gün….

Ramazan gecelerinde yine annemin verdiği ziyafetlerin şahane kokusu,telaşı….

Babam asla geleceği düşünmez.Hep bugün ve yaşadığı “an”la ilgili biri. Annem de hep gelecekle. Bunun çatışmasını yaşarken genelde babamızı tuttuğumuz bir gerçek!

Biz hayvanları sevelim diye  eve kuzu getirdiği günü hatırlıyorum.Minicik , bembeyaz bir kuzu kara renkle harelenmiş gözleri  yaramaz bakan bir kuzu..Kış ve evin içinde zıplayarak geziyor ,ona yaptığımız sepete oturmak istemiyor elbette. Ardından kocaman bir tavşan zıp zıp gezinen ve gece olunca annemle babamın arasında girip yattığı için kısa sürede sepetlenen tavşanımız. Sonra bir sincap kafeste.  Kafesten uzanıp annemin çiçeklerini dibine kadar yediği için aforoz edildi. Bahçeye bir kümes yapmaya ve  kuzuya bir koyun almaya karar verdiler. Böylece çocuklar taze süt, yoğurt ve yumurta yiyeceklerdi. Anneme bir çoban getirdi sağmayı öğretsin diye. İşte,bu eğlencemiz biraz uzun sürdü. Annem pes edinceye kadar….

Sonunda bize kafeste kanarya kaldı. Uzun yıllar evde kanarya,muhabbet kuşu oldu. Biz kardeşler hep hayvanları seven ve vicdanı olan insanlar olduk.

“Sizi babanıza söylerim” pek bizim evde geçerli değildi. Aslında anaerkil bir düzenin uzantısıydık. Ayni anda pek ayni şeyi söylemezlerdi. Bu da biz çocuklara çok fırsat yaratırdı.

Hatta evlenirken bile  bunu yaşadım.Annem bir İran’lı ile evlenmemin yanlış olduğunu düşünüyor,o kadar uzağa gitmemi istemiyordu.O yüzden evlilik fikrine direniyordu. Ben de ona direniyordum. Daha üniversite üçüncü sınıftaydım. Babam devreye girdi ve  bana şunları söyledi:

“Kızım evlendiğin insana karışmıyoruz.Bu gönlümüzün isteği değil ama hayat senin.  Benim isteğim ve ısrarım  senin okulunu bitirmene dair,mutlaka diplomanı al. Aşk geçicidir,hayat ise devam eder. Orada diplomana çok ihtiyaç duyarsın. Bu konuda bana söz vermeni istiyorum.

 İkincisi sen evlenerek bu evden çıkmıyorsun., baba evini zenginleştiriyorsun.  Ne zaman mutsuz olursan  sana eziyet edilirse baba evine dön. Bana gel. Asla boyun eğme. Dokuz aylık hamile olsan  da sen benim kızımsın burası da senin evin. Biz her zaman senin arkandayız. Mutlu olmanı diliyoruz ama olmazsan bu dünyanın sonu değildir.”

Babamın boynuna ağlayarak sarıldığımı ve birlikte ilk kez ağladığımı hatırlıyorum. Babam için vazgeçilmez olduğumu öğrenmek muhteşem bir duyguydu. Bir çok kızın duymak istediği ve duyamadığı bu sözler beni hep kendime güvenli yaptı. “Seni üzerlerse kalkar gelir ve İran!ı başlarına yıkarım” diyen babamın güvencesini ben de kızıma verdim. Her zaman arkasında  birini hissetmenin hafifliği. Bu şımarık bir varoluş değil, gerektiğinde yalnız olmadığını bilmek.

Tüm maçoluğuna rağmen toplumumuzun çoğunluğu ürkek,çekingen ve utangaçtır. Özgüveni düşüktür. Babam bizi ayıp ve yasaklarla büyütmedi. Özgüven aşıladı. Bir büyük  milletin parçası olduğumuzu anlattı. Bize yasaklar koymak yerine güvendi. Birey olmamıza katkıda bulundu. Bağımsız düşünme ve aklımızı kullanma yetimizin  gelişmesini istedi.

Bize hep;” incir olup ezileceğinize ceviz olup takırdayın” derdi. Kadınların başına gelen her kötülüğün erkeklerin başı altından çıktığını söyleyen babam  çevre baskısını önemsemezdi.

Ülkemizde kızları “babasının kızı” olmaktan alıkoyan ve onların babadan güç alarak  topluma girmelerini engelleyen “ evin eşiğini geçme” yasası kadar yetersiz babalık olmasın?  Babanın bir “idol “ olmaması, çocukların sadece anneye emanet edilmesi  kızların babayla kendini eşitlemesini imkansız kılıyor. “babam idolümdü” diyen kızlara “baba kızı” diyorum ve çoğunluğu başarılı kadınlardır.Babanın kız çocuğu üstündeki zayıf etkisi onu kendine güvensiz kılarken, annenin ağır ve biricik etkisi de  kadına dair gelenek ve tabuların devamlılığını sağlamaktadır. O yüzden kadın gücünün farkında olamayan ve erkek bakışını benimsemiş kadınlar yetiştirilmekte ülkemizde.

Bunun nedenini Stuart Mill iki insanın derinliğine birbirini tanımasının samimiyet için yeterli olamayacağını iki bireyin eşit olması da gerektiğinin altını çizer bize. Kendini erkekten-babadan- aşağıda ve ast konumunda gören bir kız nasıl özgüven geliştirir ki?

Çok güçlü bir anne ve direnen,kişiliğini kaybetmeyen bir baba ile karılan hamurum imtihanlara hazır edildi.

Margaret Fuller’in dediği gibi:” Bir ev,vücut için olduğu kadar kafa için de besin ve ısı sağlamadıkça yuva olamaz.” Bizimki yuvaydı.

Babalar güven konusunda benzersiz bir role sahiptir. Onun yokluğu ya da kaybı güven duygusunu kökten zedeler. Baba kaybı yaşayan kadın ve erkeklerde kendine saygıda azalma, terk edilme korkusu, abartılmış yalnız olma korkuları, utanç duyma ki kadınlarda bu başkaları tarafından değer verilmedikleri duygusuna, değerli olmama duygusuna bağlıdır, karşı bağımlılık denen kendini iç duvarlarına hapsederek kimsenin girmesini ve incitmesini engelleme , duygularını kontrol etme sorunları yanı sıra kızgınlık, kontrol etme ihtiyacı, güven sorunları yaşarlar.

Ben güvenliyim.Başkalarına da güvenli kollarımı hep açık tuttum. Yardım etmek istedim.

Babam annemle baş başa gezmeyi severdi. Böylece en büyük olan ben, kardeşlerimi tatil günleri gezmeye,sinemaya veya tiyatroya götürürdüm. Arkadaşlarımın dans toplantılarına giderdik. Fuar açıldığında bir gün bizi gezdirirler,oyuncaklara bindirir ve sirke götürürlerdi. Büyüyünce konserlere arkadaşlarımla giderdim.

Annemle babama baş başa Türk sanat müziği söyleyen ünlü sanatçılara giderlerdi. Göl Gazinosu’ndaki fotoğrafa bakıyorum.Nasıl şık giyinmiş bir kadınla bir erkek  şık bir mekanda  geçmişin estetik özenini vurguluyor.

Babam şık ve güzel olmamızı isterdi hep. Biz  üç kız  kardeşe makyaj malzemelerinden giysilere, moda gözlüklerden ayakkabıya her şeyi kendi seçer getirirdi. Bizim sevincimizi seyrederdi. Sonra da giyinip salınmamızı isterdi. “Gözlerimiz bayram etsin” derdi. Çocuklarına yaptığı her şey,aldığı her eşya ona büyük bir zevk verirdi.

O zaman Türkiye’de çok tüketim malı bulunmazdı.Yabancı yerlerden ve pazarlardan alır getirirdi. En güzeli çocuklarının  olsun. Annemin olsun diye. Oğlan kardeşime Amerikan malı arabalar,trenler, uçaklar hem de uzaktan kumandalı.Gelen büyükler oynardı bazı günler oyuncaklarla! Ben de gülerdim onlara.

Bugün ise televizyona ve teknolojiye hapsolmuş çocuklara ve babalara bakıp gülemiyorum!

Anneler babalar sadece belli günlerde değil, her  gün anne ve baba olduğunu hatırlamalı. Ev işlerinden, para kazanma savaşından daha büyük bir çabanın sizi beklediğini unutmamalı;aile olabilmek keyfi. Toplum için insan yetiştirmek, robot değil.

Babasını özleyen çocuklar için sadece babalar günü  alınan hediye merasimi değil ihtiyaç!. Babanız size nasıl davranırsa siz de çocuğunuza öyle davranacaksınız, kuşaklar kültürü böyle devrederler. İyi babalık gören iyi baba, iyi anne ile yetişen iyi anne olabilir. Başka çare yoktur. Bahçemizde gür,kokulu çiçekler emekle yetişiyor, teknolojiyle değil. Çocuğuyla zaman geçirmeyi zaman öldürmek sanan ebeveynler veya zaman bulamıyorum mazeretine sığınan babalar kaybeden taraf olacaklar. Çocuklar serseri mayın gibi boşlukta kaybolmasın.

Babamı yazarken etraftaki babaları,televizyon dizilerinde ve haberlerdeki babaları hatırlıyorum. Babalığın paraya indirgendiği baba olma hali.  Oysa kazansa da ,kaybetse de baba olmak başlı başına bir güçtür. Güvendir.
 
Babam annesini,iki halamı,amcamı kaybetti.Mal mülk kaybetti. Kaybetmeyi böyle doğal karşılayan ve  kayıp duygusuyla yaşamayan bir kişilik olarak ondan çok şey öğrendim. Kaybetmek kazanmak gibi hayatın temel  değerlerindendir onun için. Kazanınca adam gibi harcayacak ve eğleneceksin. Pintilik etmeyeceksin. Kaybedince de kabulleneceksin isyan etmeyeceksin.Bu duruma uyum sağlayacaksın. Her şeyin gelip geçici olduğunu içine sindireceksin. “neler gördük geçirdik” diyecek anılarla eşbah olacaksın.

Yemeği,içmeyi ,Allah’ın nimetlerini hep tadacaksın seveceksin. Bulamadığında  da ağlamayacaksın.

Ben ilkokuldayken ülser hastalığından yattı. Doktor bu kanamadan kurtulman için perhiz yapman gerekir dedi ona. Tam on yıl perhiz yaptı. “Belki kokar” diye annemin ağzına vermeye çalıştığı hiçbir yiyeceği yemedi. 10 yıl sonra ülser tamamen geçmişti. Doktor bile şaşırmıştı. İradesi demir bir iskele babası gibi. Durduğu yerden sökülüp alınamaz,anca halat atar bağlanırsın. Bağlanırsan sana ölümüne bakar, korur ve kollar.

Babam geçmişle gelecek arasındaki köprümüz. Midilli’ye dedemin köyüne gittim.Onun yaptırdığı çeşmeyi, diktiği yüz yıllık çınarı buldum.Oradan su ve toprak aldım getirdim. Nasıl ağladı hüngür hüngür….Toprak çeker dedikleri.Köklerimizle olan bağımızı anneannem, dedem, annem,babam hep kurdular. Ninem ve  anneannem Kurtuluş Savaşı’nda, Balkan Savaşı’nda yaşadıklarını canlı canlı anlattılar. Onlara çok şey borçluyum.

Ben milletimi, atalarımı ve köklerimi bilerek büyüdüm.nerden geldiğimi ve nereye gideceğimi bilerek yetiştim. Ne istediğimi hep bilerek var oldum. Bu kökler beni bir çok fırtınada sağlam tuttu. Kopup gitmemi engelledi. Atalarım benim yolumu aydınlattı.

Teyzemin çıkardığı soyağacımız  çocuklarımıza miras kalacak ve onların  da önünü aydınlatacak.

Babam hayatında bir gün kahvehaneye, erkek mekanlarına zaman öldürmek için gitmedi. Hep çalıştı.Zamanı varsa da “en güzel kahvehane benim evim” derdi. Zamanını hep ailesiyle geçirirdi.  Kışın kırlara, yazın denize ve baharda pikniğe giderdik.Hiçbir hobisi de yoktu.Bir kez bacanağının zoruyla ava gitmişti orada da  avlanmıştı! Yani kafasına saçmaları yedi ve ölümden döndü. İki saçma da kafasında kaldı hala durur.
Çıkarılamadı. Tek eğlencesi ailesiydi.

Kilometrelerce yürüme zevki hariç. Bugün 85 yaşında ve her sabah üç dört kilometre yürür. Hiç sigara içmedi hayatında.  Cebinde leblebisi,kuru üzümü,fındık fıstığı gençken bile eksik olmazmış.Kış aylarında kilolarca bal yer.Zeytinyağın hasını sever.Her yiyeceğin özgün üretildiği yeri,dağı bilir.Oralardan geleni alır.Eskiden haber salar getirtirdi. Onu Yağhanelerde herkes tanır ve getirdiği ürünü kapısına koyar sonra ver der giderdi. Parası olsa da,olmasa da iyi mal onu bulurdu. Yoksul insana dayanamaz mutlaka yardım ederdi. Yemeğini paylaşırdı.

Bir de çocuklara dayanamaz. Yolda çocukları çevirir öper sever insanlarda onu çocuksuz sanırmış! Onlara hediyeler verir,para sıkıştırır. Çocukların sevincine bakmaya bayılırdı.

Çocukca bir neşe sarardı her yanını. Dişlerini sıkarak çocuğun yanaklarını sıkar. Biraz ağlatır sonra hediyesini verirdi. Şımarık çocuklardan hiç hazzetmez, efendi çocuklara bayılırdı. Bir kadın çocuğuna sokakta vurursa babam onu azarlamadan asla oradan gitmezdi. Çocuğuna eziyet eden anne veya babalara karşı Süpermen gibi gider hakaret ederdi. Kimse de ona bir şey demedi.Şimdi olsa belki vururlar bile. Ya da gözü karalığı çok belli oluyordu öfkelenince.

Çocuklarını yolda araç yönünde elinden tutan kadınlara seslenirdi:” hanım hanım ,öleceksen sen öl çocuğu öbür yana al koru” der geçerdi. Biz bazen utanırdık . Ama o doğru yapıyordu.

Hep doğruyu yapmaya çalıştı.Ama bir esnaf olarak , iş adamı olarak veya vatandaş olarak hiçbir zaman devletin  yanında olduğunu hissetmedi. Bu ona hayatında en ağır gelen durumdu. Yıllarca çalıştığı dükkanı yeni bir kentleşme projesi çerçevesinde ,elbette yaşayanlara sormadan, yıkıldı. Herkes yeni yere taşındı.Babam son güne kadar orada kaldı. Sonra çalışmayı bıraktı. Artık anneme aşık olduğu, patronuna ortak olduğu ve insanlarını 50 yıldır tanıdığı bu semtin el değiştirdiğini  kabullendi. Ayrıldı. Annemi sevdiği ve benim çok sevdiğim anneannemin kocaman,eski evini de asfalt Osman bir inat uğruna yıkmıştı. Park yapacağım diye yalan söylemişti.Hala üzerine sadece kamyonlar park ediyor.

Eski İzmir’in bir rüya gibi olan güzelliği, ışığı ve ruhu başka yere uçtu gitti .Yaşayanların ruhlarıyla birlikte. Bu ruhlar ışıklar içindeki Kadifekale’de  İzmir türküsü dinliyor bazen, İnciraltı’nda sahile vuran dev bir kaplumbağaya dönüşüyor , Kordon’da –bozulmadan önceki gerçek anlamıyla- meltemle esiyor bazı günler. Buca  üzümü gibi tatlı anılar  süzülüyor  günlerden yıllardan. O güzel insanlar adap ve edepleriyle,acılarıyla ve şölenleriyle bu güzel şehri şehir yapmışlardı. Kültürleriyle renklendirmişler, inançlarıyla var etmişlerdi. Savaşmışlar, sevmişler ve af etmişlerdi.

Babam beni bekliyor. Dedemin mezarına gidip Midilli toprağını  serpelim diye.  Bunu kızımla yapmak istiyorum .Sonra o da kızına anlatsın topraklarımızı.Köklerimizi.

Babam çok şükür yaşıyor. Anne ve baba demenin bize verilmiş bir nimet olduğunu asla unutmayalım. Baba, yaşama güvenle baktığımız bir kapı. O kapı kapanınca kendi kapımızı onun adap ve edebince açmalıyız. Ta ki bizimki de kapanana dek.

Evet, ben gerçek bir baba kızıyım. Babamın  eşiti  görüp kendimi her istediğimi yapabileceğime karar verdiğimde sadece beş altı yaşındaydım. Yedi sekiz yaşında Afrika’ya yolculuk etmeye karar verip para biriktirmem de bu nedenledir. O yaşlarda hayal ettiğim ,düşündüğüm her şeyi daha sonra  hayatta yapmış olmam  da özgüvenimin kanatlarıyla mümkün oldu. Yenilmezliğime inancım Amazon kraliçesi gibi davranılmasındandır. Dedem de babam da bana  “yapabilirsin” dediler. Tıpkı bizim gibi….

Savaşabilir , yurdu kurtarabilir ve ev bakabilirsin. İnsansın ve kadınsın işte başarman için bunlar yeter dediler.

Bende yaptım.


2011/Ocak
İstanbul


NEVVAL SEVİNDİ

(Kızlar ve Babaları kitabından)
 
  
2806 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın