YUNANİSTAN’DA YAŞANAN TARİHİ TEKERRÜR: ZİTİTE ELPİS YUNANİSTAN’DA YAŞANAN TARİHİ TEKERRÜR: ZİTİTE ELPİS Yunanistan’ın her anlamda zor bir dönemden geçtiğini söylemek yanlış bir tespit olmayacaktır. Krizin etkileri her yerde kendisini en ağır şartlarda göstermekle kalmayıp toplumun psikolojik sınırlarını da zorlayan bir süreç olarak ifade edilebilir. Dört İncil’den biri olan Matta’da (Ματθαίον 27.33), Kudüs’te bulunan Golgota/Γολγοθάς(gr) tepesi Hz. İsa’nın çarmıha gerilmeden önceki çileli ve acılı yolu olarak tasvir edilir. İncil’de bahsi geçen bu tasvirde Romalı askerler tarafından yakalanan Hz İsa’nın başına dikenlerden örülü bir taç geçirildiği ve omuzlarına yükledikleri çarmıh ile O’nu bu tepeye tırmandırdıkları anlatılır. Günümüzde ise Yunancada, metaforik bağlamda, üstesinden gelinemeyen zor bir durumla karşılaşıldığında “Golgota’ya tırmanmak/Ανεβαίνω ένα Γολγοθά” deyimi kullanılır. Nitekim Golgota, Hıristiyanlık inancında da güçlüklerin ve acıların sembolüdür. İşte bugünün Yunanistan’ında ekonomik kriz ile cebelleşen Yunanlı, geçerliliğini sürdüren bu dini hikâyeye çoğu zaman kendi yaşadığı sıkıntı adına atıflar yapmaktadır. Çünkü ekonomik kriz sonrasında ülkede yaşanan sosyal değişim ve değişime bağlı olarak ağırlaşan hayat şartları pek çok Yunanlı için bu acılar tepesine tırmanmaktan çok da farksız değildir. 2010 senesinde ülkede baş gösteren ekonomik krizin tsunami etkisi ilk olarak büyük dalgasını memur ve emekliler üzerine vurdu. Ekonomik krizden sonra hükümet tarafından alınan tüm önlem paketleri ve kemer sıkma politikaları Yunanistan için sonun başlangıcını hazırlayan sancılı bir süreci de beraberinde getirdi. Ülkede değişen dengeler (sık hükümet değişimi, AB’nin ekonomik desteğini çekmesi, sokak gösterileri, polisle çatışma, Troyka kriterleri vb.) ve ekonomide yaşanan darboğaz ülkede ekonomik krizin dışında aynı zamanda sosyo-psikolojik bir krizin yaşanmasına da olanak sağladı. Halk, psikolojik anlamda yorgun, umutsuz ve mutsuzdu. Ülkeye hâkim olan bu umutsuz hava aslında Modern Yunan tarihinin hiç de yabancı olmadığı bir başka tarihi tekerrür sayılabilirdi. 1919 yılında Yunanistan’ın peşine düştüğü Megali İdea’nın (Büyük Ülkü) 1922 yılında Yunan kaynaklarınca Küçük Asya Felaketi olarak adlandırılan Anadolu’daki büyük yenilgisinin ülkede hâkim kıldığı olumsuz hava, kriz sonrası Yunanistan’daki genel havayla da benzer özellikler göstermekteydi. Özellikle ekonomik krizin yarattığı ruhsal çöküntü sonucunda ülkede %40 oranında intiharlar arttı. Bu intiharların en sembolik olanı 4 Nisan 2012 tarihinde 77 yaşında emekli eczacı Dimitris Hristula’nın Sindagma meydanında, onca insanın önünde, tüfekle kendisini vurmasıydı. Kendisini vurmadan önce topluluğa “çocuklarıma borç para bırakma niyetinde değilim” demesi aslında ülkedeki bu ekonomik yükün ağırlığının da en reel ispatıydı. Nitekim bıraktığı mektupta da halkın bu tepkisinin siyasilere yönelmiş bir öfke nöbeti ve protesto girişimi olduğu net olarak görülmekteydi. Nitekim Hristula’nın intiharından önce yazdığı mektupta sadece hükümeti suçlayan ifadelerin dışında; parasını, umudunu ve her şeyden önce geleceğini kaybeden bir Yunanlının isyanı da net olarak kâğıda dökülmüştü: “Alman işgali hükümetinin başbakanı Çolakoğlu (Almanların seçtiği Alman uşağı) gerçekte yaşam hakkımı sıfırlamıştı. Bu yaşam hakkım 35 senenin üstünde devletin hiçbir yardımı olmaksızın ödediğim onurlu emekli maaşıma dayanıyordu. Bireysel bir karşı gelişe imkân vermeyen bir yaşta olduğum için (fakat belirtmeliyim ki eğer bir Yunan eline kalaşnikof alsa ben ikinci kişi olmayı reddetmezdim herhalde) böyle bir onurlu sondan başka bir çözüm bulamıyorum. Karnımı doyurmak için çöpleri karıştırmaya başlamadan önce inanıyorum ki geleceği olmayan gençler, bir gün ellerine silahları alıp Sindagma Meydanında halk hainlerini ayaklarından aşağı asacaklar. Aynı 1945 yılında İtalyanların Musollini’ye Milano’nun Poreto Meydanında yaptığı gibi…” 1922 sonrasının umutsuz kuşağı, kriz Yunanistan’ının yeni kuşağı ile benzer özellikler de sergiliyordu. Ülkenin içinde bulunduğu çıkmaz ile depresif bir halk kitlesi yaratan 1922’nin etkileri dönemin ünlü şairi Kostas Kariotakis’in, Dimitris Hristula gibi benzer sitemleri içinde barındırdığı mektubunda da net görülmekteydi. Şair yaşadığı dönemin tüm bu olumsuz şartlarına daha fazla dayanamayacağını bildiren mektubu geride bırakıp kalbine sıktığı tek kurşunla intihar etmişti. Tarih bu bağlamda Yunanistan’da yeniden tekerrür ediyordu. Meşruiyetini halkın gözünde kaybetmiş dönemin Papandreu hükümeti başa gelen bu kötü kaderin seçilmiş günah keçisiydi. Halk iktidara olan güvenini çoktan kaybetmiş ve Avrupa ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmeye başlamıştı. 1981 yılında başlayan Avrupa düşünün sona erdiği bu noktada halk için yeni bir psikolojik savaş da başlamış oldu. Krizin en büyük faturası kendisini işsizlik olarak gösterdi. Ülkenin %28’ e ulaşan işsizlik oranında en büyük pay tabi ki gençlere aitti. Üniversite mezunu pek çok genç iş bulmakta zorlanmakla kalmayıp aynı zamanda niteliklerinin çok altındaki işlerde asgari ücretle çalışmak zorunda kaldı. Oysa kriz öncesi Yunanistan’da bu tür işlerin çalışanları genellikle ülkeye çalışmaya gelen yabancılardan oluşmakta idi. 800 Avro’dan 540 Avro’ya düşürülen asgari ücret, Avro bölgesi içinde yer alan Avrupa üyesi bir ülkenin yaşamını idame ettirebilecek düzeyin oldukça altındaydı. Üstelik kriz ortamında tavan yapan işsizlik, arz-talep dengesinin yitimiyle insanları bu asgari ücretin de altında çalışmaya mecbur kılmıştı. Nitekim ülkedeki bu kriz ortamı ve işsizlik oranı sadece Yunan vatandaşlarının sorunu olmanın dışında ülkeye yerleşmiş pek çok göçmen ve mültecinin de temel sorunu haline geldi. Çünkü kriz ortamındaki bu sosyal bunalım ülkedeki yabancı düşmanlığını da harekete geçirmişti. Bir başka ifadeyle ülkenin işsizliğinin sebebi olarak artık yabancılar gösterilmeye başlandı. Yunanistan’ın faşizan eğilimli partisi Altın Şafak ülkedeki yabancı düşmanlığının en somut göstergesi olarak eylemlerinin şiddetini zaten çok önceden başlatmıştı. Partinin sosyal sorumluluk projelerindeki tüm faaliyetlerde alenen uygulanan politika kan ve soy bağlamında “Yunan” olma üzerine kuruluydu. Yardımlar kimlik kontrolüyle sağlanıyor, yabancı vatandaşlar ise bu yardımlardan hiçbir suretle yararlandırılmıyordu. Ülkede suç oranı yeterince artmış ve belli bölgeler adeta birer getto olarak kapalı ve tehlikeli yerleşim yerleri olarak adlandırılmaya başlanmıştı. Kriz sonrası Yunanistan’da karavana ve yardım sağlamak için daha çok göçmenlerin istifade ettiği yardım kuruluşlarından ya da kiliselerden artık Yunan aileler de istifade etmeye başladı. Fakirlik ülkenin mücadele etmesi gereken temel sorun haline geldi. Krizin ağır faturası Avrupa’nın birer parçası sayılan Yunanistan’da sosyal dengeleri altüst ettiği gibi aynı zamanda ülkenin imajına ters düşebilen pek çok görüntüye de sahip oldu. Grevler ve iş yavaşlatma eylemlerinden sokaklarda toplanmayan çöplerin görüntüsü Avrupalı bir şehir olmanın çok dışında bir unsur olarak kendisini gösterdi. Her geçen gün sokak ve caddelerin bir köşesinde yeni evsizler belirmekteydi. Üstelik sokaklar bu sefer Yunan vatandaşlarına da ev sahipliği yapmaya başlamıştı. Banka kredi borçlarından evlerine haciz konan ya da mülkleri geri alınan vatandaşların sayısı da azımsanmayacak oranda artış gösterdi. Böylesi bir ekonomik darboğazın içinde Yunanlılar kimi zaman parasızlıktan kimi zaman da sadece protesto amaçlı bir tepkiyle ödeme yapmayı reddettiler. Özellikle ulaşımda bilet kullanmadan seyahatler çoğu zaman sonucu ölüm olabilecek neticeler de doğurdu. Nitekim Ağustos 2013 tarihinde bilet kullanmadan kaçak seyahat eden 19 yaşındaki Yunan genci ile denetçi arasında çıkan kavga otobüsten düşen gencin hayatını kaybetmesi ile sonuçlandı. Tüm sosyal ve ekonomik dengelerin altüst olduğu Yunanistan’da her geçen gün kötüye giden bu gidişat ülke vatandaşları için ağır bir soysa-psikolojik mücadeleyi de beraberinde getirdi. Krizin kendisini en fazla gösterdiği alanlardan biri diğeri de eğitim alanı oldu. Okullarda öğrencilere bedava dağıtılan kitaplar kriz sonrası yerini fotokopilere bıraktı. Isınma giderleri kesildi ve pek çok okul da bu olumsuz paydan nasibini aldı. Üstelik bazı öğrenciler yetersiz beslenmenin verdiği olumsuz etkiyle okullarda baygınlık geçirdi. Çalışanların ücretleri yarı yarıya düşürüldü, faturalara ciddi vergiler yansıtıldı, maaşlar ödenemedi ve işten çıkarmalar baş gösterdi. Böyle bir süreç beraberinde eğitimin istikrarlı düzenini de bozdu. Bunun en somut örneğini Atina Üniversitesi’nin hükümet kararıyla bir dönem eğitime ara vermesi oluşturdu. Devletin tek kanalı olan ERT kriz ile birlikte varlığını sürdüremeyip 21 Haziran 2013’te kapatıldı. İlk defa Yunanistan 3 ay süreyle devlet kanalı faaliyetini de böylece durdurmuş oluyordu. Her ne kadar sonrasında EDT adı verilen ve ilk dönemlerde sadece belli saatlerde yayın yapan yeni bir devlet kanalı açılsa da, devletin iletişim kanalı eski gücünü ve niteliğini çoktan yitirmişti. Halen eski programların ve tekrarların gösterildiği Yunan devlet kanalında sistem eskisi gibi işleyememektedir. Yunanistan’ın her anlamda zor bir dönemden geçtiğini söylemek yanlış bir tespit olmayacaktır. Krizin etkileri her yerde kendisini en ağır şartlarda göstermekle kalmayıp toplumun psikolojik sınırlarını da zorlayan bir süreç olarak ifade edilebilir. Nitekim Yunanistan’da yazar Hristos İkonomu tarafından kaleme alınan ve 2010 yılında en iyi hikâye kitabı seçilerek devlet ödülü alan “Göreceksin, bir şeyler olacak/ Κάτι θα γίνει, θα δεις” kitabı kriz Yunanistan’ındaki insan portrelerini ve buhranlarını, insanların ruhsal çöküntülerine dair psikolojik analizleri okuyuculara detaylı bir biçimde ifade etmektedir. Bu sonuca göre böyle bir olumsuz hava edebiyatta tıpkı 1930 kuşağını yaratan Küçük Asya Felaketi ile aynı iz düşümlerine de sahiptir. Kısacası ekonomik krizin buhranlı ağır havası kendisini edebiyatta da göstermiştir. Belki bu buhranlı dönemin kurtuluşu da 1930 kuşağının depresif havasını dağıtan ve umudun varlığından bahseden şair Odisseas Elitis’in “Çılgın Nar Ağacı” şiirinde olduğu gibi yeni bir oluşumun müjdesini verecek ümit dolu bir şiirden geçer: “Kıbleden esen yelin kemerler arasında ıslık çaldığı/ Bu beyaz avlularda, söyleyin, o çılgın nar ağacı mı/ Nar dolu kahkahalar atarak aydınlıkta sıçrayan Rüzgârın inadıyla, fısıltıyla; söyleyin, o çılgın nar ağacı mı/ Şafakta yeşeren yapraklarının ışıltısıyla/Bir zafer sevincinin renklerini coşturan?” |
1701 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |