PAPA 1.FRANCİS’İN KUDÜS ZİYARETİ Bojidar Çipof — 04 Haziran 2014 Hıristiyanlığın Katolik ve Ortodoks mezhepleri arasında, bu mezheplerin ortaya çıkışından itibaren bir ayrışma ve kavga görülmektedir. 1054 yılında Katolik ve Ortodokslar karşılıklı olarak birbirlerini aforoz ettiler ve bu küslük 1964’te Papa 6.Paul ile Patrik Athenagoras arasında Kudüs’te yapılan bir dostluk anlaşması ile sona erdi. Geçtiğimiz 25 Mayıs Pazar günü Papa 1.Francis ve Patrik Bartholomeos, Kudüs’te bir araya gelerek bu barışmanın 50. Yılını 1964’te iki kilisenin barıştığı noktada andılar ve ortak bir deklarasyona imza attılar. Her iki din adamı bu buluşmanın dışında Kudüs ve bölgede çeşitli temaslarda bulundular. Katolik ve Ortodoks mezhepleri arasında asırlarca süren kavga ve bu kavganın neticesindeki ayrışma; zaman zaman belirgin, zaman zaman ise el altından faaliyetler şeklinde süregelirken Papa 9.Leon 1054 Yılında İstanbul’a bir heyet gönderdi. Kardinal Umberto başkanlığındaki bu heyet Bizans Patriği tarafından kabul edilmiş, ancak heyet başkanı Kardinal Umberto, iki mezhep arasında ortak nokta ve karşılıklı anlam ortamı oluşturmak yerine, Patriğin huzurunda uyulması gereken kurallara bile uymamış, ona karşı emredici bir tavır takınmıştı. Bunun üzerine Bizans Patriği kardinali huzurdan kovarak bir daha kabul etmedi. Kardinal Umberto ise 15 Temmuz 1054′te, Patrik ve diğer rütbeli din adamlarını Papa adına aforoz eden bir belgeyi Ayasofya’da okuduktan sonra İstanbul’dan ayrıldı. Akabinde ise Bizans Patriği de hemen Sen Sinod’u (Dinî Kurul) topladı ve mütekabiliyet olarak Vatikan’ı aforoz etti. Böylelikle her iki Kilise arasında asırlardır süregelen anlaşmazlıklar, birbirlerini karşılıklı aforoz edecek noktaya gelmiş oldu. Bu süreç; 1204 yılında, Kudüs’e gitmek üzere yola çıkan Haçlı Ordusu’nun Kudüs yerine yön değiştirerek Konstantinopolis’i ele geçirmesi ile sonuçlandı. 4. Haçlı Seferi olarak bilinen bu süreç; Papa 3. Innocentius’un Kudüs’ü kurtarmak adına topladığı ordunun, başta Venedik Dükü Enrico Dandolo ve 4. Haçlı Seferi’ne yağma için katılan diğer soyluların gözlerini ihtişam içindeki Konstantinopolis’e çevirmeleri ile sonuçlandı ve Haçlı Ordusu şehri ele geçirilerek “Konstantinopolis Latin İmparatorluğu” kuruldu. Bizans İmparatorluğu ve kilise İznik’e sığındılar ve ancak 57 sene sonra Latinlerin kendi istekleri ile şehri terk etmelerinden sonra geri gelebildiler. Latinler Konstantinopolis’i boşaltırken taş taş üstüne bırakmadılar ve burada bulunan, Hıristiyanlığın ne kadar dinî mirası ve kutsal emanetleri varsa yağmaladılar ve hepsini götürdüler. (Bu kutsal emanetler halen Vatikan’dadır.) Katolik ve Ortodokslar 1204’ten sonra zaman zaman bu karşılıklı yapılan aforozu ortadan kaldırma çabaları gösterdiler ise de yazımızın başında belirttiğimiz gibi kavga 1964’e kadar sürdü. 1024’teki karşılıklı aforoz sürecine gelinceye kadar da Hıristiyanlar arasında çok sorunlar vardı. Dinî anlaşmazlıkları ve görüş farklılıklarını gidermek adına tarihsel süreç içinde genel konsiller düzenlenmiş, bunlardan bazıları müştereken, bazıları ise sadece Katolik ya da Ortodokslar tarafından kabul edilmiştir. Katolikler ile Ortodoksların 1204’teki ayrışmasına kadar olan konsiller kronolojik olarak şöyledir: 325 İznik Konsili: İznik Konsili’ni hem dinî hem de siyasi açıdan ayrı ayrı irdelemek gerekir. Çünkü o tarihte Hıristiyanlığın serbest bırakılması tamamen siyasi bir olgudur. İmparator 1. Konstantin (Gaius Flavius Valerius Aurelius Constantinus ) Hıristiyanlığı serbest bırakmış, bunda annesi Elena’nın ise çok fazla payı olmuştur. Konstantin’in Hıristiyanlığı serbest bırakmasındaki en büyük etken; kitlelerin inanç ile baskı altına alınması ve yönetilmesindeki kolaylıktır. Ancak bu kolaylık bir şekilde kaybolmaya başlamıştı! Çünkü henüz din ile ilgili birçok kavramın tam olarak oturmadığı yıllarda, İskenderiye’den yükselen bir akım olan “Ariusçuluk” İmparatoru ve din adamlarını rahatsız etmeye başlamıştı. Bu akım din bilgini İskenderiye’li Rahip Arius’un, Oğul’u Baba’ya bağlayarak, o güne değin kabul edilenin bir hata olduğu ile bu hataya diyalektik bir formül kazandırmasıydı. İznik Konsili, birçok etken ile birlikte esasta, kitleleri dalga dalga sarmaya başlayan ve de Roma’yı korkutan Arius’çu akıma karşı tertiplenmiştir. Bu konsilde; başta “Teslis” unsuru (Baba, Oğul, Kutsal Ruh) olmak üzere Hıristiyanlığın birçok temel amentüsü karara bağlandı. (Amentü= İman etmek için inanılması lazım olan esaslar) Bu konsilde kabul edilen “Baba Oğul ve Kutsal Ruh” kavramına bir Hıristiyan karşıysa sapkındır, din dışıdır. Ancak bu kavramın doğruluğu kadar bir de kabul ediliş biçimi hâlâ tartışma konusudur. Çünkü bu konsili yöneten İmparator 1. Konstantin o esnada Hıristiyan değildi ve “Ateş Kültü”ne tapmaktaydı. Kaynaklarda 1. Konstantin’in hasta yatağında, son nefesini verirken, Hıristiyan olduğu yazılıdır. (Bunun o esnada orada bulunan papazların uydurmuş olabileceği de asırlardır tartışılır.) 1. Konstantin, ilk genel konsilde henüz Hıristiyan değildir ama bu gün de geçerli olan Hıristiyanlığın ana kuralları, onun isteği ve yönetimindeki İznik Konsili’nde karara bağlanmıştır ki bu da asırlardır Hıristiyan din bilimcileri tarafından tartışılan bir başka konudur. 381 Birinci İstanbul Konsili 431 Birinci Efes Konsili: İskenderiye, İstanbul ve Antakya arasındaki rekabet ile İskenderiye’nin üstünlük iddialarına karşı düzenlendi. 451 Kadıköy Konsili 553 İkinci İstanbul Konsili 680 Üçüncü İstanbul Konsili 787 İkinci İznik Konsili 869 Dördüncü İstanbul Konsili Papa 1.Francis bu ziyaret öncesinde yaptığı açıklamalarda, ziyaret ile ilgili iki amacının olduğunu belirterek, “Bu kesinlikle dinî amaçlı bir gezidir” demişti. Gezinin amacını ise şöyle açıklamıştı: Çeşitli görüşmelerin ardından, Papa 6. Paulus ve Patrik Atenagoras’ın Kudüs’te buluşmalarının 50. yıldönümünde Patrik Bartholomeos ve bölgedeki diğer Hıristiyan din önderleri ile bir araya gelmek ve acı çeken kutsal topraklarda barış için dua etmek! Papa 1.Francis bu 3 günlük ziyaret kapsamında, bu söyleminin aksine; Ürdün, Filistin ve İsrail’de çeşitli siyasi görüşmeler ve ziyaretler de gerçekleştirdi. Bu seyahat; Papa’nın seçildikten sonra gerçekleştirdiği Brezilya seyahatinin ardından yaptığı ikinci yurt dışı ziyarettir. 72 saat olarak planlanan bu seyahat boyunca Papa 3 ayin yönetti ve 14 konuşma yaptı. Bu seyahatin Vatikan Tarihi’nde bir ilki de var! İlk kez bir Papa’ya, seyahati boyunca bir Müslüman ve bir Yahudi din adamı eşlik etti. Bu kişilerin Papa’nın Arjantin’den arkadaşları olduğu açıklandı. (İmam Omar Abboud ve Haham Abraham Skorka) Papa Ürdün’de Kral 2. Abdullah ve Kraliçe Rania tarafından törenle karşılandı. Ürdün’ün başkenti Amman’da stadyumda düzenlenen bir toplu ayine katıldı. Daha sonra Hz. İsa’nın vaftiz olduğu Ürdün Nehri kıyısındaki Mitas’a geçti ve Deyr Latin Kilisesi’nde Suriye ve Iraklı mülteciler ve özürlü yakınlarıyla görüştü. Ed-Dehişe Kampı’ndaki çocuklarla bir araya geldi. Pazar sabahı Ürdün’den özel bir helikopterle Beytüllahim’e gidildi ve burada Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile bir görüşme gerçekleşti. Doğuş Kilisesi’ndeki ayine de katılan Papa Francis, Pazartesi sabahı ise Kudüs Müftüsü Muhammed Hüseyin ile birlikte Mescid-i Aksa’yı ve Ağlama Duvarı’nı ziyaret etti. Papa 1.Francis Kudüs’ü ziyaret eden dördüncü papadır. Bu ziyaret öncesinde ise Siyonizm’in mimarı olan Teodor Herlz’in mezarını da ziyaret edeceği açıklanmış ve bu büyük bir tepki almıştı. Vatikan Devlet Sekreteri Kardinal Pietro Parolin başta olmak üzere Vatikan yetkilileri ve çok sayıda gazeteci de bu seyahatte Papa’ya eşlik ettiler. Bu seyahatin bir diğer özelliği ise, başta Patrik Bartholomeos başta olmak üzere bölge kiliselerinin temsilcileriyle dinî bir buluşma da tertiplenmesi ve 1964’teki barışmanın 50. Yılının kutlanmasıydı ki Rum Patriği Bartholomeos ile Papa görüştüler ve ardından ortak bir deklarasyon verdiler. Bartholomeos da kendi programı dâhilinde, Soykırım Müzesi’ni (Yad Vashem) ziyaret etti ve ardından İsrail Cumhurbaşkanı Simon Peres ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile görüşmeler yaptı. Patrik Bartholomeos, Siyonizm’in mimarı Teodor Herlz anısına yapılmış olan ormana da ağaç dikti. 8 Haziran’da, Papa Franciscus’un ev sahipliğinde İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ile Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas Vatikan’da bir araya gelecekler ve bir dua zirvesi gerçekleştireceklerdir. “Vatican Insider” adlı internet sitesindeki bir habere göre Papa bu zirveye Patrik Bartholomeos’u da davet etmiştir. 8 Haziran aynı zamanda Hıristiyanların başlıca bayramlarından olan Pentekost Bayramı ile Yahudilerin Şaloş Bayramı’na da denk gelmektedir. Kaynak: http://www.ilk-kursun.com/haber/183044/bojidar-cipof-papa-1-francisin-kudus-ziyareti/ --------------- Araştırmacı Yazar Bojidar Çipof Kimdir? Bojidar Çipof 1953 yılında İstanbul'da doğdu. Ege Makedonyasından İstanbul’a göç etmiş bir aileye mensuptur. Eğitim yıllarında gitarist-şarkıcı olarak müzisyenlik yapmaya başladı. 1979 yılında Bojidar Elektronik Sanayi'ni kurdu ve 1980 yılında müzisyenliği bıraktı. Başta Barış Manço olmak üzere tanınmış birçok şarkıcı Bojidar Elektronik Sanayi'nin sistemleri ile çalışmışlardır. 1993 yılından, 2007 yılına kadar Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı'nda Yönetim Kurulu Üyeliği yaptı. Fener Rum Patrikhanesi'ne karşı 1996 ve 2007 yıllarında açtığı iki dava Yargıtay İçtihadı haline geldi.2010’da “Bojidar Çipof Kitapları” adlı bir yayınevi kurdu ve ilk kitabı olan “Patrikhane ile Mücadelem”i yayınladı. Çeşitli televizyonların tartışma programlarına katılmaktadır ve çok sayıda yayınlanmış makalesi vardır. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü'nde ”Teostrateji Merkezi”nin bilimsel danışmanıdır, Başta İlk Kurşun Gazetesi olmak üzere çeşitli yerlerde köşe yazmaktadır. Teostrateji konulu makaleleri dışında felsefi yazıları ve çok sayıda şiiri vardır. Yazar iki kız babası ve bekârdır. Yazarın babası için babalar gününde kaleme aldığı makalesi: BEN BABAMI HİÇ GÖRMEDİM... Ben babamı hiç görmedim. Babam vardı fakat o benim saçlarımı okşayamadı. Babam vardı fakat benimle hiç oynayamadı. Ben İstanbul’da doğmuş Hıristiyan bir Türk vatandaşıyım. Türkiye’deki “Bulgar Ortodoks Cemaati” mensubu olmakla birlikte Bulgaristan’ı hiç sevmediğimi yazılarımı okuyanlar bilirler. Bazen de anlaşılmakta zorlanırım. Öne çıkarttığım hep Türk Ulusu’nun bir ferdi olmamdır. Bunu beceremeyen, etnik kökenlerini Türk olmaktan öne koyan ve de o ülkelerin menfaatlerine çalışan Türkiye’deki Hıristiyan unsurları eleştiririm, yazılar yazarım… Bu babalar gününde sizinle biraz dertleşmek istedim. Yazımın başında yazdığım gibi var olan ama benim hiç görmediğim, beni de göremeyen babamı size anlatmak istedim. Babam “İliya Çipof”; 1913 yılında Yunanistan’ın (Ege Makedonyası – Egeyska Makedonia) Florina şehri “Pıtele Köyü”nde (Agios Pandeleimon) doğmuş. O dönemde Makedonların ve Bulgarların gözde göç yeri İstanbul’a okumak üzere, burada yaşayan bir akrabaya gönderilmiş ve şimdi “Boğaziçi Üniversitesi” olan “Robert Kolej”de bu zengin akraba tarafından okutulmuş ve yine aynı memleketten İstanbul’a göç etmiş olan “Çüçülayef Ailesi”nin güzel ve tek kızı “Blagodatka” ile tanışmış. Onların aşkı Aksaray Yenikapı’da dillere destan olmuş ve 1944 yılında İstanbul’da evlenmişler. Babam 1946’da, Amerika’ya çalışmaya giden dedem “Pando Çipof”u ziyarete gitmiş ve bu ziyaretin ardından, annemle Sofya’ya taşınmışlar. 31 Temmuz 1952’de Annem bana hamile kalmış fakat bir rahatsızlık da geçirmiş ve Bulgaristan’ın çok kötü koşullarında tedavi edilemeyeceği anlaşılınca İstanbul’a, ailesinin yanına bana hamile olarak dönmüş. Bu bir kâbusun başlangıcıdır. Babamın, anneme yolladığı son mektuplar 22 Eylül 1952 ve 5 Ekim 1952’dir. Bu mektuplar Aksaray Postanesi’nden aynı anda gelir. Bu aynı zamanda Babamın Annemle kurduğu son temas olur. Oradaki akrabalarla yapılan temaslardan da bir sonuç alınmaz. Çünkü komünist rejim baskısı ile insanlar susmuştur/susturulmuştur. Babam kayıptır… Ve Bulgaristan Hükümeti’nin, Babamı ansızın gözaltına aldığı ve yargılamaya başladığı anlaşılır. Suç; “Türkiye Cumhuriyeti lehine casusluk faaliyetlerinde bulunduğu isnadı ile tevkif edilerek ölüm tehlikesi içinde ortadan gaip olduğu….” v.s v.s. (Bu alıntı İstanbul 18. Asliye Mahkemesi’nin 1959/489 dosya içeriğinden alınmıştır.) 3-5 Temmuz 1991’de Bulgaristan’ın Filibe (Plovdiv) kentinde yapılan “1. Türk Bulgar İş Forumu”nda, Türkiye Delegasyonunda bulundum. Bu seyahat vesilesi ile Sofya’ya da gittim ve orada yaşayan akrabalarımla da görüştüm. Çok yaşlı bir bayan akrabam bana şunları anlattı: “Formalite bir mahkeme yapmışlar. Zaten içeri kimseyi almadılar. O esnada senin doğum haberini almıştık. Babanı ilk ve son defa o gün mahkeme kapısı açıldığında gördüm. İnan oğlum, ölümü bile göze aldım ve babana şöyle bağırdım: ‘İliya, İliya… İstanbul’da bir oğlun oldu ve adını Bojidar koydular.’ Baban bana döndü ve gülümsedi… Çok korktum oğlum ama o an dayanamadım. Nedense bana bir şey yapmadılar.“ (Bojidar: Allah’ın hediyesi demektir.) Ben babamı hiç görmedim. Bir babam vardı fakat o benim saçlarımı hiç okşayamadı… Bir babam vardı fakat o benimle hiç oynayamadı… Ama o benim varlığımı bildi. Kendisinin koyamadığı adımı işitince gülümsedi. O yaşlı akraba bana öyle dedi çünkü... Babamın bir mezarı da yok… Varsa da ben bilmiyorum… Babamın varsa mezarında bir dua okunamadı, okuyamadım. Zira varsa da ben yerini bilmiyorum… Bulgaristan’ın bana bir “Baba” borcu var. “Son nefesime kadar Bulgarlara hakkımı helal etmeyeceğim. Bari babamı gömdükleri yere bir mezar taşı koydular mı? Bunu da bilmiyorum. Ben soyadını taşıdığım babamı hiç görmedim… Herkesin “Babalar Günü” kutlu olsun… Bojidar Çipof 19 Haziran 2011 01.00 Yeşilköy
|
1752 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |