Türkiye’nin Kırım’daki ´Dört seçeneği´ Türkiye’nin Kırım’daki ´Dört seçeneği´ Kırım’da referanduma sayılı günler kaldı. 16 Mart’ta sandıktan çıkacak sonuç oldukça önemli. Şayet, Rusya’ya bağlanma kararı çıkar ise (ki gelişmeler böylesi bir sonucun hiç de sürpriz olmayacağını gösteriyor) asıl kriz ondan sonra patlayacak. Şu ana kadar verilen mesajlar bu yönde... Dolayısıyla, çizilen kırmızı çizgilerin küresel güvenliği ciddi manada tehdit etmeye başladığı bir dönemde Kırım üzerinden ciddi bir kırılma kaçınılmaz görünüyor. Bu kırılmanın Türk-Rus ilişkilerini etkilemesi de kaçınılmaz. Burada her iki taraf mevcut pozisyonları itibarıyla ciddi bir “tercih” durumuyla karşı karşıya. Öyle ki, Türkiye-Rusya arasındaki “Avrasya İşbirliği Eylem Planı” çerçevesinde ortaya konulan ortak gelecek arayışı bile derinden etkilenebilir. Dolayısıyla, Türk-Rus ilişkileri Kasım 2001’den bu yana en ciddi 3. krizinden geçiyor diyebiliriz. *** Nitekim Türkiye, Karadeniz’de mevcut statükonun muhafazasından yana bir tavır ortaya koyarken; Rusya, gelinen aşama itibarıyla artık bunun mümkün olmadığını iddia ediyor. Dolayısıyla, ortada statükocu ve revizyonist bazda iki farklı yaklaşımın mücadelesi söz konusu ki, Türkiye ile Batı uzun zamandır ilk defa burada aynı safta yer alıyor. Rusya ise, bir kez daha karşı cephedeki yerini kuvvetlendiriyor. Rusya’nın G-8’den çıkartılma durumu ile Çin’in krizde Rusya’ya verdiği destek bunun en somut göstergeleri arasında. Kırım, dünyada katı ittifaklar sistemine bir kez daha selam çakıyor! *** Dolayısıyla Türkiye önündeki “dört önemli seçenek” de netleşiyor. Peki, nedir bu dört seçenek? Söz konusu krizin: 1) Türk-Rus işbirliği çerçevesinde bir fırsata çevrilmesi; 2) Rus yayılmacılığına karşın Türk-Amerikan işbirliğinin Karadeniz’e taşınması; 3) Avrupa Birliği, özellikle de Almanya ile “Rusya’nın Güneye Doğru Politikası”na set çekilmesi; 4) Elindeki enstrümanları etkin bir şekilde kullanmak suretiyle Ankara merkezli bir politika geliştirmesi. Daha somut bir ifadeyle, Türkiye mevcut kriz üzerinden ya Karadeniz’in paylaşımına yönelik bir politika izleyecek ve burada Rusya ile hareket edecek; ya da Batı ile yeni bir denge politikası geliştirmek suretiyle, bölgedeki Rus tehdidine karşı geleneksel “set politikası”nın etkin bir parçası olacak. Ya da, yapabilirse, her ikisinin içinde bulunduğu durumdan istifade etmek suretiyle kendisi bir üçüncü yol geliştirecek! *** Bunlardan ilki, her şeye rağmen Türk-Rus ilişkilerindeki işbirliği sürecinin korunması şeklinde karşımıza çıkan ve 2008 Gürcistan ve 2011 Suriye krizlerine rağmen etkilenmeyen, Başbakan Erdoğan’ın “Şanghay Beşlisi” ifadesi ile özdeşleşen “Avrasya Birliği”. Burada, Batı’ya karşı yeni bir denge oluşum söz konusu iken, ortak coğrafyanın bir rekabet-çatışma alanından ziyade ortak işbirliği ile bir güç kaynağı olarak değerlendirilmesi anlayışı söz konusu ki, açıkçası Osmanlı’dan bu yana daha çok Rusya’nın hakim bir şekilde ön plana çıkarttığı bu düşünce hayata geçirilebilmiş değil. Bu sonuçta, Batı’nın tepkisi ve Rusya’nın tek taraflı yaklaşımı kadar, Türkiye’nin kendi içerisindeki krizler de etkili bir yere sahip. *** 11 Eylül sonrası hayata geçirilmeye çalışılan Türkiye-Rusya eksenli bu birlik arayışı, Ukrayna-Krizde çatışan ciddi çıkarlar nedeniyle şu an Karadeniz’in derin sularına gömülmek üzere. Bu kapsamda, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Kırım’ın Ukrayna’nın bir parçası olarak kalması için Türkiye’nin her tür çabayı göstereceğini açıklaması oldukça önemli. Burada çok net bir şekilde Rusya ile bir ayrışma söz konusu. Bir diğer ifadeyle, iki imparatorluğun tarihsel geçmişleri, mirasları ve misyon arayışları Kırım’da bir kez daha karşı karşıya! *** Peki, bu durumda ne olacak? Türkiye, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun; “...Kırım’ın geleceğini teminat altına almak için her türlü çabayı göstereceğiz.” açıklamasıyla altını çizdiği “her türlü çabalar” ifadesi kapsamında ortaya çıkan “hangi” ve “nasıl” ile başlayan sorulara nasıl bir cevap verecek? Cevap ortada! Yukarıda sıraladığımız diğer üç seçenek... Türkiye, Rusya’nın bu mevcut tutumunu devam ettirmesi durumunda ya diğer üç seçeneğin hepsinin bir anda uygulamaya sokulduğu ya da bunlar üzerinden birine ağırlık verildiği bir süreci başlatmak zorunda kalacak! Fakat bunun için de yaşadığı “sistem krizi”nden bir an önce kurtulması gerekiyor! Aksi takdirde Kırım, Türkiye açısından yeni bir “bağımlılık” sürecine gebe; aynen 1853 ve sonrasında yaşanıldığı üzere... Mehmet Seyfettin Erol -Milli Gazete |
1480 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |