YUNANİSTAN AZINLIK RAPORUNA BAKIŞ -YUNANİSTAN AZINLIK RAPORU -1- YUNANİSTAN AZINLIK RAPORUNA BAKIŞ YUNANİSTAN AZINLIK RAPORU -1- Azınlık kavramı ve azınlıklar konusu Türkiye-AB ilişkilerinin olduğu kadar, AB’nin de en önemli temaları ve öncelikleri arasında yer almaktadır. Türkiye-AB ilişkilerinde de zaman zaman kavramın birbirinden farklı yorumlanması ve farklı çerçeveye sahip olması nedeniyle görüş çatışmalarına yol açan bu konu, Yunanistan açısından da sorunlu bir yapıya sahiptir. Türkiye azınlıklar konusunu Lozan Antlaşması ile çözüme kavuşturmuş olmakla beraber, Yunanistan açısından böyle bir durum söz konusu değildir. Öte yandan Lozan Antlaşması’nda sözü edilen ve Türkiye’de benimsenen azınlık kavramı ile AB'nin azınlık kavramı örtüşmemektedir. AB azınlık tarifini belirlemede ve olguyu kavramlaştırmada BM’de temel alınan iki tanımı kullanmıştır. Bunlardan birincisi BM İnsan Hakları Komitesi Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonudur. Bu komisyon 1999’dan bu yana İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi Alt Komisyonu adına sahiptir. Raportör Francesco Capotorti’nin raporunda önerdiği, “...sayısal olarak bir devletin nüfusunun geri kalanına göre az olan, egemen olmayan konumda bulunan, üyeleri etnik, dinsel ya da dilsel açıdan nüfusun geri kalanından ayrılan özellikler taşıyan ve kültürlerini, geleneklerini, dinlerini ya da dillerini korumak amacıyla üstü örtülü bir dayanışma duygusu gösteren bir gruptur” tanımı bugünkü AB terminolojisindeki azınlık teriminin temelidir. Nitekim Avrupa Konseyi’nin Azınlıkların Korunması İçin Avrupa Sözleşmesi tasarısında da (1991) Capotorti’nin tanımı esas alınmıştır. Avrupa Konseyi Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu (Venedik Komisyonu) tarafından hazırlanan tasarıda Capototi’nin tanımından farklı olarak yurttaşlık da azınlık olmanın bir şartı olarak tanımda yer almıştır . Parlamenterler Asamblesi’nin Ulusal Azınlıklara Mensup Bireyler Hakkında İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Ek Protokol önerisindeki (1993) azınlık tanımı da aynı unsurları içermiştir. Bu tanımlar temelinde azınlık olmanın ana öğelerini ortaya koymak mümkündür: Bunlardan birincisi farklılıktır. Azınlık, nüfusun geri kalanından ırksal, etnik, dilsel ya da dinsel açıdan farklı olmalıdır. İkincisi, sayı unsurudur. Azınlık farklı özelliklerini koruyabilecek ve devam ettirebilecek yeterli sayıya sahip olmalı, ama nüfusun geri kalanından sayısal açıdan az olmalıdır. Nüfusun coğrafi dağılımı burada önemli değildir. Üçüncüsü, başat olmama koşuludur. Bu gruplar nüfusun geri kalan kısmına egemen olmamalıdırlar. Bazen sayıca az olan egemen gruptan çoğunluğu korumak gerekebilir. Dördüncüsü, azınlıkların yurttaş olması gerekir . Yabancılar, göçmen işçiler ve mülteciler azınlık kapsamı dışındadırlar. Beşincisi, azınlıklar azınlık bilincine sahip olmalıdırlar . Bu tip grupların azınlık olabilmek için devlet tarafından hukuksal açıdan tanınması zorunluluğu tartışmalı bir konudur. Capotorti’nin tanımı çerçevesinde böyle bir zorunluluk bulunmamaktadır. Buradan da anlaşılacağı gibi AB açısından esas olan azınlık kavramı dinî niceliğe göre düzenlememiştir. AB’nin azınlık kavramını en somut hâli ile “Helsinki Zirvesi Milenyum Deklarasyonu“ ile “Helsinki Nihaî Kararları’nda“ yer almaktadır. Buna göre, AB üye ve aday ülkelerin bünyesinde barındırdığı altkültürel grupların farklılaşmaları birer azınlık olarak kabul etmektedir. Bir başka deyişle AB’nin penceresinden “çoğunluktan olmayan herkes azınlığa aittir“. AB’nin kullandığı terminolojiye göre kurucu, egemen ve etkin olmayan bütün dinî, siyasî, ırkî, etnik, mezhebî ve kültürel topluluklar birer azınlıktır. Bütün azınlıkların bütün hak ve sorumlulukları kanunlarla düzenlenmeli ve bu düzenlemelere herkes riayet etmelidir. AB’nin azınlılklar konusunda öngördüğü felsefî tercih bütün üyeler ve adaylar için geçerli de olsa, hemen her ülkenin kendisini diğerlerinden ayıran nicelikleri ve dinamikleri, aynı reçetenin uygulanmasını güçleştirmektedir. Nitekim Türkiye’nin AB’nin “azınlık“ kavramının benimsenmesinden doğabilecek gelişmelerden duyduğu kaygı başka üye ve aday ülkeler tarafından da farklı ifadelerle paylaşılmaktadır. O nedenle AB’de bütün üyeleri bağlayan ve bütün üyelerin uymak için özen gösterdikleri bir azınlık kavramından ve tariften söz edilemez. Azınlıklar konusunda AB müktesebatında iki temel belge mevcuttur. Her iki belgede Avrupa Konseyi tarafından hazırlanmıştır. AB’DE AZINLIK KAVRAMININ GELİŞİMİ Avrupa’da azınlıklar konusu ve azınlıkların korunması tartışmaları 19. Yüzyılın ikinci yarısından bu yana devam etmektedir. Konunun gündeme gelmesi imparatorlukların tasfiyesi sürecinin hızlanması ve sınırların yeniden çizilmesi ile olmuştur. Özellikle Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra azınlıklar konusu devletler için azınlıklar üzerinden politika yapma imkânı olarak görülmüştür. O nedenle Avrupa’daki bütünleşme sürecinde azınlıklar konusunun yeniden ısınması, Avrupa’nın küresel boyutta bölgesel güç olmaya yönelmesinde müracaat ettiği bir yöntem olarak da görülmektedir. Nihayetinde imparatorlukların tasfiyesi sürecinde kullanılan bu yöntemin, ulus-devletlerin tasfiyesinde de değerlendirilmesi mümkündür. AB için uluslarüstü yönetim yapısının gerçekleştirilmesi ve korunması doğrudan kendi terminolojisinde yer aldığı şekli ile azınlıkların himayesi olasıdır. Çünkü böyle bir değişimde azınlık kabul edilen veya kendisini azınlık kabul edenler açısından sadakat ulusa veya ulusal yapıya değil, uluslarüstü yapıya yönlenir. Onlar açısından onları tanıyan, tescil eden ve himayesine alan, ayrıca ulusal sistemi de bağlayan uluslarüstü yapı esas olur. Bu arada her üye ve aday ülke içerisinde değişecek dengeler, dinamiklerin yeniden yapılanmasını ve sıralanmasını sağladığı gibi, bütün ülkelere salık verilen çokkültürlülük, AB’nin varlığını dayandırdığı çoğulcu demokrasi ve açık topluma da dayanak sağlamaktadır. İyimser bir bakış açısı ile “demokratik Avrupa kültürünün yayılması” ve kötümser bir bakış açısı ile “Avrupa’nın gizli gündemini masum ilkeler vasıtasıyla dayatması”, sınır aşan uygulamalar ve yaptırımlarla desteklenerek, Avrupa kimliğinin oluşturulmasında büyük önem taşıyor. Nitekim risk altındaki, kaybolmaya yüz tutmuş dillerin desteklenerek yeniden kullanımının sağlanmaya çalışılması, farklı ülkelerde yaşayan, fakat aynı dili konuşan insanlar arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi yönündeki çabalar, siyasî sınırlarla ayrılan azınlık grupların ilişkide olması ve tamamının ortak uluslarüstü Avrupa ölçütlerini esas alması temel öncelik olarak öne çıkıyor. Bir örnek vermek gerekirse, AB Yunanistan’da adı Mehmet olan bir kimseye, dinen Müslüman, kültürel bakımdan Trakyalı, etnik açıdan Türk taabiyet yönünden Yunanistan Cumhuriyeti vatandaşı ve bunların hepsini kapsayan ve koruyan bir şekilde AB yurttaşı olma imkânı vermiştir. Bu sosyal kimliklere, sınıfsal, kültürel ve demografik nicelikler de eklenebilir. 1990’ların başından beri, belli ölçütlerin kabul edilmesi ve bunların uygulanmaya başlanması, bu felsefî tercihin bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Soğuk Savaşın sona ermesiyle ideolojik kamplaşma yerini kimlik sorunlarına bırakırken, mevcut ve muhtemel etnik ihtilâflar gündemde yerini almıştır. Küresel ve bölgesel süreçler etnik anlaşmazlıkların “önemini ve değerini” yükseltirken, ideolojik kamplaşma döneminde “katılığı” ile dikkat çeken Yunanistan’ın, ideolojik kamplaşma dönemi sonrası süreçte de, azınlıklar konusunda katılığını koruduğu görülmektedir. AZINLIKLAR KONUSUNDA BİRLİK İÇİ GÖRÜŞ AYRILIKLARI AB müktesebatında azınlıklar konusunda “en temel iki belge” olarak "Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi" ile "Bölgesel Diller veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartı" dikkat çekmektedir. 1998'de yürürlüğe giren Ulusal Azınlıklar Sözleşmesi, bugüne kadar 36 Konsey üyesi tarafından imzalanmış, bunlardan 27'si sözleşmeyi onaylamıştır. Bir diğer deyişle 9 üye onaylamamıştır. AB'ye aday ülkelerden Polonya, Litvanya ve Letonya sözleşmeyi onaylamadıkları halde bunlarla tam üyelik müzakerelerine başlanmıştır. Bu durum AB açısından azınlıklar konusunun “gerektiğinde esneklik gösterilmeye uygun” bir mesele olduğunu ortaya koymaktadır. İmzalamayan devletler arasında Belçika ile Fransa da vardır. Konsey üyeleri "ulusal azınlık" kavramı üzerinde anlaşamadıklarından, sözleşmede azınlık tanımı yer almamış ve devletlere bu alanda kendi kıstaslarını uygulama imkânı verilmiştir. Daha önemlisi, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'nin, "ulusal azınlıklara kolektif haklar verilmesi" yolundaki önerisi kabul edilmeyerek, sözleşmede, "bireysel haklar" ilkesi doğrultusunda azınlık haklarının sahibi olarak ulusal azınlık grubu yerine, bu azınlığa mensup bireyler gösterilmiştir. 21. Maddede ise, “ devletlerin toprak bütünlüğü ve siyasi bağımsızlığına aykırı bir eylem yapmak veya faaliyete girişmek hakkını içerdiği şeklinde yorumlanamaz” denilerek, azınlıkların korunmasının sınırları çizilmiştir. Sözleşmede azınlık bireyleri lehine tanınan hakların kapsamı şu ifadelerle yer almaktadır: "Taraftar, ulusal azınlıklara mensup kişilerin kültürlerini sürdürmeleri, geliştirmeleri ve kimliklerinin temel unsurları olan dil, din, gelenek ve kültür mirasların korumaları için gerekli şartları geliştirmeyi taahhüt ederler.” Bu çerçevede, sözleşmede, azınlık bireylerine, kendi dillerinde basın - yayın organları sahibi olma, eğitim ve öğretim kurumları kurma ve yönetme hakkı tanınmaktadır. Keza, bireyler, kendi dillerinde ad ve soyadı kullanabilir, kendi dillerinde levha, tabela, sokak ismi ve topografik göstergeler kullanabilirler. Fransız hükûmetinin şartı imzalamasına karşı çıkan Cumhurbaşkanı Chirac, Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuştur. Mahkeme, 14 Haziran 1999'da, şartın Fransız Cumhuriyeti'nin bölünmez bütünlüğü, vatandaşların yasalar önünde eşitliği ve Fransız halkının tekliği gibi temel ilkelere aykırı hükümler içerdiğini vurgulayarak olumsuz bir karar alması üzerine Başbakan Jospin, şartın onanması için anayasa değişikliği yapmak istemişse de, Chirac bu öneriyi de reddetmiştir. 25 dilin konuşulduğu 58 milyonluk Fransa’da yaklaşık 7 milyon insan Fransızca dışında bir dil kullanmaktadır. Bunlar arasında, Almanca konuşan 1.500.000 Alsaslı, 80.000 Basklı, 500.000 Bröton, 100.000 Roman 260.000 Katalan, 281.000 Korsikalı, 90.000 Flaman, 250.000 Provençalı, 250.000 Oksitan, 350.000 Frank, 750.000 Portekizli, bir milyon İtalyan ve 2.5 milyon Kuzey Afrikalı sayılabilir. Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nı onaylamayan ve Ulusal Azınlıklar Çerçeve Sözleşmesini imzalamayan Fransa, ülkesinde ulusal azınlıkların bulunmadığını ileri sürmektedir. Aynı gerekçeyle BM KSHS’nin 27. Maddesinin kendisine uygulanamayacağını duyurmuştur. Fransa, 1999’da yayımladığı bir bildirgeyle Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nı ancak bazı yorumlar getirerek onaylayacağını duyurmuş, örneğin Şartın amacını azınlıkların tanınması ve korunması değil, sadece Avrupa dil mirasının geliştirilmesi olarak gördüğünü, Fransa’nın yurttaşları arasında etnik, dilsel ve ırk açısından hiçbir ayrı muamele yapamayacağını ve Fransa’nın sadece Fransız halkını tanıdığını söylemiş ve birçok maddeyi de bu çerçevede yorumlamıştır . Onun bu yaklaşımı, azınlıkların korunması konusunda pek istekli olmadığını göstermektedir. Bununla birlikte Fransa Korsika’ya özerklik vererek Korsikaca’ya hukuksal statü tanımıştır. Birçok alanda Fransızca uygulanan tek dil olmasına rağmen, çok sınırlı da olsa bazı dillerin öğrenimine ve basında kullanılmasına izin verilmiştir. Ama dil grupları arasında eşit muamele olduğu yoktur. Örneğin Flamanca kanunen korunan diller arasında yer almamakta, buna karşılık Korsikan dili bölgesel özerklik statüsü altında korunmaktadır. AB’nin en önemli ikinci ülkesi olan Fransa, AB’nin benimsediği politikayı ülkesinde tam olarak uygulamamaktadır. Öte yandan Avrupa Konseyi’nin bir süre önce aldığı, “Belçikalılara Belçika içinde azınlık hakları verilmesine” ilişkin tavsiye kararı bu ülkede Valonları sevindirirken,Flamanları üzmüştür. Avrupa`nın güçlü devletleri tarafından 1830 yılında “suni bir devlet” ve “tampon bölge” oluşturmak amacıyla kurulan Belçika, Flemekçe konuşan Flamanların bulunduğu Flandr bölgesi ile Fransızca konuşan Valonların bulunduğu Valonya’dan ve ayrı bölgesel yapı oluşturan Brüksel’den meydana geliyor. Ülkede, sadece Almanca konuşan ve Almanya sınırında ikamet eden 70.000 kadar Belçikalı, resmen “ulusal azınlık” olarak tanınıyor. Avrupa`nın çeşitli ülkelerinde azınlık hakları konusunda büyük “hassasiyet” gösteren ve neredeyse herkese azınlık statüsü verilmesi gerektiği görüşünü ısrarla savunan Belçika, Avrupa Konseyi`nin azınlıkların korunmasına ilişkin anlaşmasını onaylamıyor. Çünkü 10 milyon nüfuslu Belçika’daki Flamanlar, Flandr’da yaşayan 300.000 Valona “azınlık hakkı” vermeyi reddediyor. Avrupa Konseyi`nin kararı, kendi ülkelerinde azınlık hakkı elde etmenin mücadelesini veren Belçikalı Valonlar tarafından “büyük zafer” olarak nitelendirilirken, Flamanlar “endişe ve üzüntü” yansıtıyorlar. Ülkenin federe yapısını 1980`li yıllardan itibaren güçlendiren Belçikalı Valon ve Flamanlar, “milli marş”, “ulusal bayram” ve “bayrak” gibi sembolleri ayırdıktan sonra, “anayasa ayrılığı” da getirmenin hazırlıklarını yapıyorlar. “Kendi ülkelerinde”, ama Flaman bölgesinde yaşayan Valonlar, belediyelerde ve resmi dairelerde anadillerini kullanamıyorlar. Kamu sektöründe, özel sektörde ve ticari yerlerde, Fransızca konuşanlar dışlanıyor. Valonlar, ülkelerinin yarısını oluşturan bu bölgesinde televizyon yayınları, okul ve eğitim gibi konularda kültürel hak elde edemiyorlar. Flaman belediyeler, Valonların düzenlemek istedikleri kültürel toplantılar için salon kiralamayı reddediyorlar. Valonlar, Flandr’da yaşayan İtalyanlara, Türklere ve diğer yabancılara bu alanlarda hiçbir sorun yaratılmadığına dikkat çekiyorlar. Avrupa Konseyi, “Belçika`da azınlıklar” konulu rapor ve bu rapor kapsamındaki karar çerçevesinde, Federal Belçika Kraliyeti`nin Flandr bölgesinde ikamet eden Valonların ve Valonya bölgesinde ikamet eden Flamanların, “azınlık haklarından yararlanması”, “kültürel haklarının tanınması” ve “azınlık olarak korunmaları” gerektiğini vurguladı. Vlaams Blok Partisi, “bölgenin tüm yabancılardan olduğu gibi Valonlardan da arındırılması gerektiği” görüşünü savunmayı sürdürüyor. Daha “ılımlı” tanınan sağ partilerden Volksunie`nin eski başkanı Geert Bourgeois, “Flandr`a yerleşen çürümüş, zengin ve şımarık Valonların, Flamanca öğrenmediklerini, uyum sağlayamadıklarını ve kendilerini tüm dünyaya, ezilen zavallı azınlıklar gibi gösterdiklerini” söylüyor. Flaman Sosyal Hıristiyan Partisi, Avrupa Konseyi’nin tavsiye kararını onaylamalarının söz konusu olmayacağını bildirdi. Avrupa Konseyi kararının yaptırım gücü bulunmuyor. Bu kararın, Belçika`daki Valon-Flaman gerginliğini körüklediği gözlemleniyor. AB’nin azınlıklar konusunda izlediği siyasetin “üye olanı razı edemediğini, aday olana dayatma” hâlini alması, AB’nin azınlıklar konusundaki görüşleri ile ilgili spekülasyonların artmasına yol açmaktadır. Bilhassa AB’nin Orta Doğu politikası ve Avrupa Ordusu’nu kurma yönündeki çabaları ile Almanya’nın AB içerisindeki dominanzı, Birlik’in azınlıkları korumak için ürettiği politikaların “etnik parselizasyon” amacı güttüğü iddiası ile eleştirilmesine yol açmaktadır. Bu görüşte olanlar, AB’nin hedefinin Orta Doğu'nun anahtarı olan suyu, yani Fırat ve Dicle ırmaklarını kontrol altına almak olduğu ve , Barcelona Konferansı'nda ortaya atılan "Avrupa Akdeniz Ortaklığı" fikrinin bunun bir yansıması olduğu görüşündedir. AB üyesi devletlerin tamamının azınlık sorunu bulunmakla birlikte, bunların bir bölümü ya gündemden uzak tutulmakta ya da olduğu inkâr edilmektedir. Yunanistan’ın azınlık politikasına bakıldığında, azınlıkların özelliğine göre her iki eğilimin de tercih edildiği görülmektedir. AB üyesi diğer ülkelerin azınlıklar konusunda hukuka riayet etmemesi Yunanistan’ı ihlâller konusunda cesaretlendirmiştir. AZINLIKLAR KONUSUNDA KURUM VE KARARLAR Bugün azınlıkların korunabilmesi için gerekli düzenlemelerle uğraşan ve AB’nin kendine referans aldığı üç örgüt bulunmaktadır. Bunlar BM, AGİT ve Avrupa Konseyi’dir. Avrupa’da azınlık alt rejimi açısından AGİT ve özellikle Avrupa Konseyi bünyesinde yapılan çalışmalar ve ortaya konan belgeler öncelikli öneme sahip olmakla birlikte, bu çalışmaların BM’de yürütülenlerden kopuk olmadığı, aksine onu bölgesel düzeyde geliştirmeye yönelik olduğu gözden kaçmamalıdır. BM Antlaşması, azınlıkların korunmasını azınlık hakları çerçevesinde değil, insan hakları çerçevesinde ele almıştır. Antlaşmanın 1., 13., 62. ve 76. maddeleri örgütün konuya verdiği önemi göstermenin yanı sıra azınlık haklarının artık negatif haklarla sınırlı olduğunu ilân etmiştir. Ayrımcılık önlenmiş, fakat azınlıkların özelliklerini korumalarına yardımcı olacak ayrıcalıklar getirilmemiştir. Ama birtakım gelişmeler bu durumun gerçekle bağdaşmadığını göstermiş ve BM çerçevesinde Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi (1948) , Irk Ayrımının Bütün Biçimleriyle Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi (1965) , 1966 tarihli Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi (KSHS/özellikle 27. Md.), Ulusal ya da Etnik, Dinsel ve Dilsel Azınlıklara Mensup Kişilerin Haklarına İlişkin Bildirge (1992) kabul edilmiştir. Azınlıklar konusunda BM sistemi içinde en ileri metin 1966’da yapılan ve 1976’da yürürlüğe giren KSHS’dir . Sözleşme’nin 27. Maddesinde “etnik, dinsel ya da dilsel azınlıkların varolduğu devletlerde, bu azınlıklara mensup bireyler, kendi gruplarının diğer üyeleriyle birlikte, kendi kültürlerini yaşama, kendi dinlerini ifade etme, bunun gereklerini yerine getirme ve kendi dillerini kullanma haklarından yoksun bırakılamazlar” hükmü yer almıştır . BM sistemi çerçevesinde son olarak 1992 ve 1993 yıllarındaki bildirgelere yer vermek gerekir. Aralık 1992’de yayımlanan Ulusal ya da Etnik, Dinsel ve Dilsel Azınlıklara Mensup Kişiler Hakkında BM Genel Kurul Bildirgesi’nin 1. Maddesinde devletlerin kendi topraklarındaki azınlıkların “kimliğini geliştirme ve varlığını koruma” gereğine gönderme yapılmış, 2. Maddesinde ise 1966 sözleşmesinin 27. Maddesindeki haklar tekrarlanmıştır. Ulusal azınlıkların da dahil edildiği bu bildirgenin belki de en önemli yanı, sadece azınlık haklarını içeren ilk uluslararası belge niteliğini taşımasıdır. BM çerçevesinde azınlıklara ilişkin hükümlerin yer aldığı son belge, 25 Haziran 1993’te BM Dünya İnsan Hakları Konferansı sonunda ilan edilen Viyana Bildirgesi ve Eylem Programı’dır. Bu bildirge bir öncekini esas almış ve azınlıklara mensup kişilerin haklarının etkin bir biçimde korunması için araçlar geliştirmesi çağrısında bulunmuştur . AB Komisyonu’nun azınlıklar konusuna ilişkin çalışmaları 1980’lerin başına kadar uzanmaktadır. Komisyon 1984’te çok az kullanılan dillerin durumu hakkında önemli bir çalışma yayımlamıştır. Bunu, 1990’da yayımlanan, AB’ye, o zamana kadar, en son katılan Yunanistan, İspanya ve Portekiz’deki dil azınlıklarının durumunu ele alan bir inceleme izlemiştir. Ayrıca Komisyon, Euromosaic ve 1987’den beri faaliyet gösteren MERCATOR (The European Network for Information, Documentation and Research) gibi dil azınlıklarını inceleyen çeşitli kurumlarla da işbirliği içinde olmuştur. Komisyon, genişleme süreciyle birlikte azınlıklar konusuyla daha yakından ilgilenmeye başlamıştır. Komisyon ayrıca Kopenhag Kriterleri doğrultusunda aday ülkelerdeki gelişmelere ilişkin hazırladığı ilerleme raporlarında, bu ülkelerdeki azınlıkların durumlarına ilişkin değerlendirmeler yaparak konuyu sürekli gündemde tutmuştur. Komisyon, Nisan 1997’de hazırladığı ve azınlık dillerini ele aldığı bir raporunda , AB’nin özellikle genişleme sürecinde sorun çıkartacağını düşündüğü bu konuyla yakından ilgili olduğunu belirtmekte, halen Birlik içinde 40 milyondan fazla insan tarafından 30’dan çok azınlık dilinin ve bölgesel dilin konuşulduğunu ve bu dilleri konuşan kimselerin korunması için çaba harcandığını vurgulamaktadır. Yapılan tahminlere göre, Avrupa’nın tamamında 100 milyon insan tarafından konuşulan 200 civarında azınlık dili bulunmaktadır. AB tarafından bu dillerin desteklenmesi için 1995’te 4 milyon ECU değerinde 170 projenin finanse edildiği, 1996’da da aynı miktarda tahsisatta bulunulduğu, 10 aday ülkede azınlık dilleri programının yürütüldüğü ve Komisyon’un bunlara yardımlarda bulunduğu belirtilmektedir. Kısacası, Komisyon bölgesel dil ve kültürler ile azınlık dil ve kültürlerinin korunması ve bunların teşvik edilmesi yönünde yoğun çaba harcamaktadır. Komisyon, özellikle sınır ötesi azınlıkların korunmasıyla, farklı ülkelere dağılmış durumda olan dil gruplarının aralarındaki ilişkilerin geliştirileceğini ve böylece de bölgeler arası düzeyde bir ortak çıkar sağlanıp, AB’nin bütünleşmesine önemli katkılarda bulunabileceğini düşünmektedir. Örneğin, Fransa ve İspanya’da Bask dili veya Fransa, İrlanda ve İngiltere’de Celtic dili konuşan gruplar arasındaki ilişkilerin gelişmesi böyle bir amaca hizmet edebilecektir . Komisyon ayrıca, azınlıkların korunması konusunda Avrupa Konseyi tarafından benimsenen belgelere de atıflar yaparak bunun hukuksal temelini oluşturmaktadır. AB Komisyonu, genişleme sürecinde, aday ülkelerdeki demokratikleşmeyi ve bu bağlamda insan hakları ve azınlıkların korunmasını sağlamak amacıyla AP’nin girişimleri sonucu 1992’de başlatılan AB Demokrasi Programı (Phare and Tacis Democracy Programme- PTDP) çerçevesinde bir bütçe oluşturmuş ve bütçenin kullanılacağı faaliyet alanlarından birisinin de azınlık hakları olduğunu belirtmiştir. Bu programda PHARE (Poland Hungary Aid for the Reconstruction of the Economy) ülkeleri olarak anılan Polonya, Macaristan, Slovakya, Estonya ve Romanya yer almıştır. Buna ilişkin hazırlanan raporda ise, bu ülkelerdeki azınlıkların durumunun iyi olmadığı belirtilmiştir. Sadece Romanya’da birtakım iyileştirmelerin varlığından söz edilmiştir . Avrupa Komisyonu’un azınlıkların korunmasında gösterdiği duyarlılık, 3-4 Haziran 1999’da Köln Avrupa Konseyi toplantısına sunduğu “Aday Ülkelerde Irkçılık, Yabancı Düşmanlığı ve Anti-Semitizm” başlıklı görüş raporuyla bir kez daha ortaya konulmuştur. Son olarak, Komisyon, bölgesel dil ve kültürler ile azınlık dil ve kültürlerinin korunması ve bunların teşvik edilmesi için alınacak önlemlere verdiği desteği ifade eden bir rapor hazırlamıştır . Raporda Avrupa resmî dillerine ek olarak kullanılan 40’tan fazla dilin Avrupa yurttaşları tarafından paylaşılan kültürel mirasın bir parçasını oluşturduğu ve Avrupa yurttaşlığının temel özelliğinin bu dilsel ve kültürel kimliklere saygı göstermek olduğu ve bu dillerden bazılarının gelecek 50 yıl içinde kaybolacağı belirtilerek AB’nin, bunların korunması ve geliştirilmesi için oynayabileceği rol üzerinde durulmuştur. Komisyon’un yanı sıra azınlıklarla yakından ilgilenen bir başka AB kurumu da Avrupa Parlamentosu’dur. Gerçi AP’nin henüz AB’nin bir yasama organı haline gelmediği ve burada alınan kararların bağlıyıcı niteliği bulunmayan tavsiye niteliğindeki kararlar olduğu düşünülebilir. Ama AP bir yandan AB ülkelerinin kamuoylarındaki eğilimleri yansıtması, öte yandan yeni ülkelerin Birliğe alınmasında son sözü söylemesi ve nihayet, verilecek yardımları onaylaması bakımından önemli bir konumdadır. AP çok ötelerden beri insan haklarıyla yakından ilgilenen bir kuruluş olmuştur. AP’nun 10 Şubat 1977’de temel haklar konusunda yayımladığı bir bildirge Komisyon ve Konsey tarafından benimsenmiştir. Bu bildirge 1989’da genişletilerek Temel Hak ve Özgürlükler Bildirgesine dönüşmüştür . Son olarak, AP Temel Hak ve Özgürlükler Komitesi’nce bu bildirgeye dayanan Temel Haklar Sözleşmesi hazırlanmıştır. AB yurttaşlarının temel haklarını ve AB'nin yurttaşlarına karşı sorumluluklarını düzenleyen bu belge, 13-14 Ekim'de Fransa'nın Biarritz kentinde gerçekleşen AB zirvesinde devlet ve hükümet başkanlarınca da benimsenmiştir. Sözleşme’de, sayılan hakların AİHS’ce garanti altına alınmış temel hak ve özgürlükleri içerdiği, bu hak ve özgürlüklerin çerçevesinin belirtilen anlaşmaya uygun olması gerektiği vurgulanmakta ve bu maddelerden hiç birinin, Topluluk kanunları, uluslararası hukuk, Topluluğun, Birliğin veya üye ülkelerin onayladığı, AİHS dahil olmak üzere tüm uluslararası anlaşmalarda belirtilen hükümlerin ihlali yolunda yorumlanamayacağı belirtilmektedir. Sözleşme’nin azınlıklarla ilgili olabilecek kısımlarında ise, her şeyden önce, herhangi bir temele dayalı ayrımcılığın önlenmesi ve AvrupaTopluluğu’nun kurucu anlaşması ve AB anlaşmalarının uygulama kapsamı içinde ve bu anlaşmaların öngördüğü durumlar haricinde milliyete dayalı tüm ayrımcılıkların engellenmesi istenmekte, ayrıca AB’nin kültür, din ve dil farklılıklarına saygı gösterdiği vurgulanarak, azınlık haklarına ve azınlıkların korunması gerekliğine işaret edilmektedir. AP, temel insan hakları çerçevesinin dışında, münhasıran azınlıklar konusuyla da yakından ilgilenmiştir. AP bugüne değin aldığı pek çok kararla, AB içindeki azınlık dillerini ve kültürlerini koruma ve geliştirme hakkı gibi kültürel öğeler üzerinde hassasiyetle durmuştur. Bununla birlikte AP, AB içinde etnik temelli ayrılıkçı hareketleri sert bir dille kınamıştır. Ayrıca AP’nun konuya ilişkin ilgisi AB’yle de sınırlı kalmamış, AB dışındaki azınlık sorunları da Parlamento’nun ilgi alanında yer almıştır. AP, 16.10.1981 tarihli “Bölgesel Dil ve Kültürlerle İlgili Topluluk Şartı” ve “Etnik Azınlıkların Haklarına İlişkin Şart” hakkındaki kararında, bölgesel dil ve kültürlerin resmi müfredata alınmasını, bölgesel dillerde eğitim yapılmasını, kültürel etkinlikler için azınlıklara mali yardım verilmesini, bu dillerin kitle iletişiminde kullanılmasını, azınlıklara mensup bireylerin resmi kurum ve mahkemelerde kendi dillerini kullanmalarına izin verilmesini ve bölgesel kültürleri teşvik edici projelere mali destek sağlanmasını istemiştir. 30.10.1987 tarihli AT’da bölgesel ve etnik azınlıkların dilleri ve kültürleri hakkındaki kararda ise Üye Devletlerin dilsel azınlıklarını yasayla tanımalarının gerekliliği belirtilmiş, demokratik bir Avrupa’nın inşasında bölgelerin rolünden yola çıkarak bölgesel özerkliğin güçlendirilmesi çağrısında bulunulmuş, eğitim, idari ve yasal düzenlemeler, kitle iletişimi, kültürel altyapı, sosyo-ekonomik v.b. alanlarda bölgesel ve azınlık dillerinin kullanımının teşvik edilmesi tavsiye edilmiştir. 9.2.1994 tarihli AT’de dilsel ve kültürel azınlıkların haklarının ele alındığı bir kararda da (Herhangi Bir Kimsenin Kendi Dilini Konuşması Hakkındaki Karar) benzer istekler dile getirilerek, Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nın üye devletlerce imzalanması çağrısında bulunulmuştur. Bununla birlikte AP’nin, azınlıkların siyasal statüsü konusuna fazla değinmediği ve bunu devletlerin tercihine bıraktığı gözlenmiştir. Tüm bunlarla birlikte AP, 1993 yılından beri her yıl AB’de insan haklarına saygı konusunda bir rapor kabul etmektedir. 1996, 1997 ve 1998 raporlarının önemli bir kısmını ırkçılık ve yabancı düşmanlığıyla mücadele, ekonomik, sosyal ve kültürel haklara saygı, eşitlik ve ulusal azınlıkların hakları konuları oluşturmuştur. Ayrıca Parlamento üye devletlerin Bölgesel ve Azınlık Dilleri Anlaşmasını onaylamalarını da isteyerek, Birlik içinde temel haklara saygının güvence altına alınmasının öneminin altını çizmiştir . Parlamento ırkçılık ve yabancı düşmanlığı konularına da özel bir önem vererek bu konuda bazı kararlar almıştır . AB dışındaki Avrupa ülkelerindeki azınlık sorunlarıyla da yakından ilgilenen AP, özellikle AB ile bütünleşme sürecine girmiş ülkeleri yakından izlemekte ve bu ülkelere ilişkin tavsiye kararlar almakta, onları kınamakta veya bu ülkelere ekonomik yaptırımlar uygulamaktadır. 41 üye devletin yer aldığı Avrupa Konseyi çerçevesinde yürütülen çalışmalarda da BM sistemine yakın bir gelişme yaşanmıştır. Avrupa Konseyi’nin azınlıkların korunmasına ilişkin başlıca belgeleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS/14. md. ayrımcılık yasağı), Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı (1998’de yürürlüğe girdi) ve Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi’dir (1998’de yürürlüğe girdi). AİHS’nin 14. Maddesinde, ayrım gözetmeme ilkesi çerçevesinde, “ulusal bir azınlığa mensubiyet” ölçütü getirilmiş, ama azınlıklar bakımından özel haklara yer verilmemiştir. Azınlıkların korunması ve onlara birtakım özel haklar verilmesi yönündeki eğilim güçlenince, sözleşmeye ek bir protokolle, azınlık haklarının insan haklarını koruma sistemine katılması için çeşitli girişimlerde bulunulmuş, fakat bunlar sonuçsuz kalmıştır. Avrupa Konseyi’nin azınlıkların korunmasına ilişkin girişimleri, Doğu Bloku’nun çözülüşü sonrası azınlık sorunlarının Avrupa’da barış ve istikrarı tehdit edici bir potansiyel taşıdığının görülmesiyle başlamıştır. Konsey, AGİK Kopenhag Belgesinde ulusal azınlıkların korunmasına ilişkin siyasi taahhütleri benimseyerek işe başlamıştır. Ardından da azınlıklara ilişkin ayrı bir güvence sistemi oluşturma yolunu tercih etmiştir. Bu çerçevede Avrupa Konseyi Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu, 1991’de Azınlıkların Korunması İçin Avrupa Sözleşmesi tasarısını hazırlamıştır. Bunun yanı sıra Kasım 1992’de imzaya açılıp, 1998’de beş devletin onaylamasıyla yürürlüğe giren ve Ağustos 2000 itibariyle 9 ülke tarafından onaylanmış, 14 ülke tarafındansa sadece imzalanmış olan Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı da dil azınlıklarının bu kimliklerini koruma yönünde atılmış önemli bir adımdır. Anlaşmanın girişinde bölgesel ve azınlık dillerinin korunmasının Avrupa’nın kültürel geleneklerinin ve zenginliklerinin korunmasına ve bunların geliştirilmesine bir katkı olduğu, kültürlerarasıcılık ve çokdillilik değerleri çerçevesinde resmi dillere zarar vermeden bölgesel ve azınlık dillerinin korunması ve teşvik edilmesinin, kültürel farklılıklar ve demokrasi ilkelerine dayanan bir Avrupa’nın inşası açısından önemli bir yere sahip olacağı vurgulanmaktadır. Sözleşme, göçmen dillerinin ve resmi dillerin diyalektlerinin, devletin resmi dilinden farklı olarak, nüfusun geri kalanından sayıca daha az olan ve devletin bir bölgesinde geleneksel olarak bir grup tarafından kullanılan diller olarak tanımladığı “bölgesel ve azınlık dillerine” dahil edilemeyeceğini belirtmiştir. Ama herhangi bir toprak parçası üzerinde yoğun olarak konuşulmayan diller sözleşme kapsamında sayılmıştır. Şart, devletlerin bu dilleri tanımalarını, bu dillerin coğrafi alanlarına saygı göstermelerini, bu dillerin yararına olumlu eylemler gerçekleştirmelerini, örneğin bu dillerin gelişimini sağlayacak araştırma ve çalışmalar yapılmasını, kamusal ve özel yaşamda yazılı ve sözlü olarak bu dillerin kullanılmasının teşvik edilmesini ve kolaylaştırılmasını, bu dilleri kullanan kimselerle, diğer dil grupları arasındaki kültürel ilişkilerin geliştirilmesini, bu dillere yönelik her türlü ayrımcılığın giderilmesini ve iki veya daha çok devlette kullanılan bölge ve azınlık dilleri için ulusötesi karşılıklı ilişkilerin kurulması için uygun şartların oluşturulmasını istemektedir (2. Böl., 7. Md). Ayrıca bu dillerin eğitim, yargı, yönetim ve kamu hizmetlerinde, basın, kültürel etkinlik, ekonomik ve sosyal yaşamda etkin hale getirilebilmesi için neler yapılabileceği ve ne gibi önlemler alınabileceği üzerinde durmaktadır (3. Böl). Bundan başka 1993’te Konsey’in Viyana Bildirgesi’nin “Ulusal Azınlıklar” başlıklı 2. Ek’inde bu konuda hukuksal yükümlülükler içeren bir metin oluşturulması gereği vurgulanmış, bu çerçevede Bakanlar Komitesi konuya ilişkin bir çerçeve sözleşme hazırlanmasını kararlaştırmıştır. Sonuçta 1995’te imzaya açılan, 1 Şubat 1998’de yürürlüğe giren ve Ağustos 2000 itibariyle 32 devlet tarafından onaylanmış (bunlardan üç tanesi Konsey üyesi değildir), 8 ülke tarafından sadece imzalanmış ve 4 ülke tarafındansa henüz imzalanmamış bulunan Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi ortaya çıkmıştır. Bağlayıcı olan Çerçeve Sözleşme, azınlıklara mensup bireylere birtakım haklar getirmiştir. Bunlar arasında kendi dillerini öğrenme, bu dilde bilgi edinme ve ifade hürriyetine sahip olma, yayın yapma, eğitim kurumları açma, bu dillerde ad ve soyadı kullanma, örgütlenebilme, sınır ötesi ilişkiler kurabilme ve zorla asimile edilmeme hakları bulunmaktadır. Ayrıca dikkat edilmesi gereken bir nokta, sözleşme sadece azınlıkların dil, din, gelenek ve kültürlerinin korunmasını istemekle kalmamakta, aynı zamanda bunların teşvik edilmesini de öngörmektedir. Ulusal azınlık tanımına yer verilmeyen Sözleşme’nin başlangıcında, Avrupa tarihindeki altüst oluşların ulusal azınlıkların korunmasının istikrar, demokratik güvenlik ve barış için vazgeçilmez olduğunu gösterdiği belirtilerek, çoğulcu ve gerçek anlamda demokratik toplumda, ulusal azınlığa mensup bireylerin etnik, kültürel, dilsel ve dinsel kimliğine saygı gösterilmesinin ötesinde, bu kişilerin kimliklerini ifade etme, koruma ve geliştirmelerini sağlayacak uygun şartların oluşturulması gerektiği vurgulanmış, 1. Maddede ise ulusal azınlıkların ve bu azınlıklara mensup bireylerin hak ve hürriyetlerinin korunmasının insan haklarının ayrılmaz bir parçasını oluşturduğu ifade edilmişir. Çerçeve Sözleşme’de sadece “ulusal azınlıklar”dan söz edilmesinin nedeni olarak Açıklayıcı Not’ta, bu kavramsal tercihin AİHS’nin 14. Maddesinde “ulusal azınlık” ifadesinin kullanılmasından kaynaklandığı belirtilmiştir . Doğrudan uygulanabilir nitelik taşımayan Çerçeve Sözleşme’nin getirdiği denetim mekanizması, Bakanlar Komitesi’nin taraf devletlerin belli aralıklarla vereceği raporları değerlendirmesiyle sınırlıdır. Bununla birlikte Avrupa Konseyi’ne bağlı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) gibi etkin bir mekanizmanın bulunduğu da unutulmamalıdır . Tüm AB ülkelerinin üyesi olduğu AGİT çerçevesinde azınlıkların korunmasıyla ilgili başlıca metinler arasında İnsani Boyut Konferansı Kopenhag Toplantı Belgesi (1990), Yeni Avrupa İçin Paris Şartı (1990), İnsani Boyut Konferansı Moskova Toplantı Belgesi (1991) ve Cenevre Ulusal Azınlıklara İlişkin AGİK Uzmanlar Toplantısı Raporu (1991) sayılabilir. AGİT çerçevesinde çıkartılan belgeler, hukuksal bağlayıcılığı olmamasına rağmen önem taşımaktadır. Başlangıçta azınlıklar yalnızca kültürel işbirliğine katkıda bulunabilecek unsurlar olarak görülürken bugün azınlık hakları, insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkeleri çerçevesinde ele alınmaktadır. AGİT çerçevesinde azınlıklara mensup bireylere eşitlik sağlanması amacından, azınlıkların etnik, kültürel, dilsel ve dinsel kimliklerinin tanınmasına ve korunup geliştirilmesine geçişin en önemli dönüm noktasını 1990 tarihli Kopenhag Belgesi oluşturmuştur. Bunu Kopenhag Belgesi’ndeki ilkeleri tekrarlayan ve azınlıklara birtakım siyasal haklar verilmesini öneren 1991 tarihli Ulusal Azınlıklara İlişkin Uzmanlar Toplantı Raporu (Cenevre Raporu) izlemiştir . Bunlar, AGİT azınlıklar rejiminin temel ilkelerini ihdas etmişlerdir. Cenevre Raporuna göre, ulusal azınlıklara mensup kişiler de dahil olmak üzere insan haklarının ve temel özgürlüklerin gözetilmesi ve uygulanması yeni Avrupa’nın temelini oluşturmakta (para. 1), azınlıklar içinde yaşadıkları devlet ve toplumun ayrılmaz bir parçası ve her devlet ve toplumun zenginleşmesini sağlayan unsurlar olarak görülmekte (Bölüm I, para. 6) ve insan hakları, ulusal azınlıklara mensup kişilerin haklarının korunması ve desteklenmesinin temeli (Bölüm II, para. 2) olarak algılanmaktadır. Cenevre Raporunun dikkat çeken diğer maddelerine göre de, azınlıkların korunması için uygulanabilecek demokratik yollar arasında yerel ve özerk yönetimin yanı sıra, bölgesel temeldeki özerklik ve bunun uygulanamadığı durumlarda ulusal azınlıkların öz yönetiminin kurulabileceği belirtilmektedir. Kopenhag Belgesiyle ulusal azınlıklara özel ve kamusal hayatlarında ana dilini kullanma hakkı, kendi eğitim, kültür ve din kurum ve derneklerini kurma hakkı, kendi dinlerinin gereğini yapma ve ibadet hakkı, ana dillerinde bilgi dağıtma, bilgiye erişme ve bilgi alışverişi hakkı, kendi aralarında ve ortak bağları olan diğer devlet yurttaşlarıyla temas kurma hakkı, kamu işlerine demokratik yollarla katılma hakkı tanınmakta (32. Md.), ulusal azınlıkların etnik, kültürel, dinsel ve dilsel kimliklerinin korunacağı ve teşvik edileceği ve devletlerin azınlıkların kimliklerinin korunması için gerekli koşulları oluşturacağı hükme bağlanmakta (33. Md.), bir ulusal azınlığa mensubiyetin kişinin bireysel seçimi ile ilgili bir konu olduğu vurgulanarak, bu seçimin yapılmasının herhangi bir dezavantaj oluşturmayacağı belirtilmektedir (32. Md.). Ayrıca belge, azınlık sorunlarının çözümü için devletler arasında hukuk devleti ilkesine dayalı diyalog yoluyla işbirliğini öngörmekte (36. Md.) ve BM ve Avrupa Konseyi de dahil olmak üzere yetkili uluslararası örgütlerle işbirliğini gerekli bulmaktadır (39. md). AGİK İnsani Boyut Moskova Toplantı Belgesiyle oluşturulan mekanizma da azınlıkların korunması bakımından önemlidir. Bununla birlikte 1992’de kurulan Ulusal Azınlıklar Yüksek Komiserliği de azınlıkların korunması açısından önemli bir denetim mekanizması oluşturmaktadır . AB müktesebatında azınlıklar konusu ile ilgili en önemli düzenleme Kopenhag Ölçütleridir. 21-22 Haziran 1993 tarihlerinde Kopenhag’da gerçekleştirilen zirvede Merkezi ve Doğu Avrupa Ülkeleri’nin birliğe dahil olabilecekleri yönünde çok önemli bir karar alınmıştır. Sözkonusu zirvenin Sonuç Bildirgesi’nde tam üyelik için gerekli siyasal ve ekonomik koşullar tespit edilmiştir. Kopenhag’da yapılan Avrupa Konseyi zirvesinde “üyelik için, aday ülke, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve azınlık haklarına saygı ve korumayı garanti eden kurumların istikrarını sağlamış olmalıdır” görüşü kabul edilmiştir. 1999 yılında imzalanan Amsterdam Antlaşması’nın 6. Maddesinde ise şunlar yazılıdır: “Avrupa Birliği özgürlük, demokrasi, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı ve hukukun üstünlüğü ilkeleri üzerine kurulmuştur.” Avrupa Birliği, üyelik için üç temel ilke belirlemiştir. Bunlar birincisi doğrudan azınlıklar teması ile ilgilidir: Aday ülkelerin şu alanlarda Avrupa Birliği standartlarına yakın olması gereklidir; İstikrarlı ve kurumsallaşmış bir demokrasinin var olması, Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü, İnsan haklarına saygı, Azınlıkların korunması. Genel olarak; ülkenin çok partili bir demokratik sistemle yönetilmesi olması, hukukun üstünlüğüne saygı, idam cezasının olmaması, azınlıklara ilişkin herhangi bir ayrımcılığın bulunmaması, ırk ayrımcılığının olmaması, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın yasaklanmış olması, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Sözleşmesi’nin tüm maddelerinin çekincesiz kabul edilmiş olması, Avrupa Konseyi Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin kabul edilmiş olması gibi özellikler tam üye olabilmek için gözönüne alınan başlıca hususlardır. Ancak, bu ilkelerin varlığı tek başına yeterli olmamakta, aynı zamanda kesintisiz uygulanıyor olmaları gerekmektedir. Aday ülkelerin sadece demokrasi ve hukukun üstünlüğü kavramlarını ifade etmekle yetinmemeleri, bunları günlük yaşama bütün unsurlarıyla geçirmeleri önem taşımaktadır. Özetle, üç temel siyasal kriter tam üyelik için önem taşımaktadır: Demokrasi ve Hukukun Üstünlüğü; Demokrasi ve hukukun üstünlüğü için; siyasal çoğulculuk, ifade özgürlüğü ve din seçme özgürlüğünü kapsayacak anayasal garantinin bulunması; çeşitli devlet birimlerinin normal işlevlerini yerine getirebilmelerine olanak sağlayan demokratik kurumlar, bağımsız yargı ve anayasa kurumlarının bulunması; değişik siyasi partilerin dönüşümlü olarak iktidara gelmelerini sağlayan ve genelde muhalefetin rolünü tanıyan özgür ve dürüst seçimlerin gerçekleştirilmesi vs. hususlar dikkate alınmakta ve değerlendirilmektedir. İnsan Hakları; AB’ye adaylık için Avrupa Konseyi'nin İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Hakkındaki Sözleşme’ye taraf olunması ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Mahkemesi'ne Bireysel Başvuru'nun kabulü önem taşımaktadır. Azınlıklara Saygı; Bu konuda temel referans noktası olarak Avrupa Konseyi'nin Ulusal Azınlıkların Korunması Hakkında Çerçeve Sözleşmesi ile Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından kabul edilen 1201 sayılı tavsiye kararı esas alınmaktadır. Azınlıklar konusunda geniş yer veren ve gözden kaçırılmaması gereken bir diğer belge de Avrupa Güvenlik Şartı’dır. 19 Kasım 1999’da İstanbul’da imzalan belge; “21. Yüzyılın eşiğinde, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) üyesi ülkeler Devlet veya Hükümet Başkanları olarak, üye devletlerin birbirleri ile barış içinde ve bireylerin ve toplulukların özgürlük, refah ve güvenlik içinde yaşayabileceği hür, demokratik ve daha fazla bütünleşmiş bir AGİT bölgesi yaratılması için taahhüdümüzü kararlılıkla açıklıyoruz. Bu taahhüdü yerine getirebilmek için birtakım yeni adımlar atılmasına karar verdik” ifadesi ile başlar. Yapılan tespitler ve alınan kararlar, “ulusal azınlık mensuplarının hakları da dahil, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygının tam anlamıyla yerleşmesi için çabaların artırılmasını ve buna paralel olarak, devletler arasında güven ve güvenlik artırılması için kapasitenin kuvvetlendirilmesini” öngörür. Keza AGİT bünyesinde Parlamenter Asamble, Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Bürosu (ODIHR) ve Ulusal Azınlıklar Yüksek Komiseri (HCNM) insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğüne saygıyı sağlamayı amaçlayan temel kurumlar olarak ortaya konmuştur. Yapılan tespitler arasında azınlıklar konusunu doğrudan ilgilendiren “1993 Roma Bakanlar Konseyi kararlarının” birçok AGİT üyesinin engellemeleri yüzünden uygulayamadığını ve bu nedenle Teşkilâtın hukuki kapasite bakımından zorluklarla karşılaştığı” da bulunmaktadır. AGİT’in değerlendirmesine göre “kapsamlı güvenlik” kavramının özünde insan haklarına, demokrasiye ve hukuk devletine saygı vardır. Düşünce, inanç ve din özgürlüğü dahil insan hakları ve temel özgürlüklerin ihlâli, hoşgörüsüzlük, saldırgan milliyetçilik, ırkçılık, şovenizm, yabancı düşmanlığı ve anti-semitizm gibi meseleler “güvenliğe tehdit oluşturan ve mücadele etmeyi gerektiren” olgulardır. Ulusal azınlıklara mensup kişilerin haklarının geliştirilmesi ve korunması, üye devletlerin kendi içinde ve diğer üyelerle ilişkilerindeki demokrasi, barış, adalet ve istikrar bakımından “temel unsur” kabul edilmektedir. AGİT buradan hareketle “özellikle 1990 Kopenhag İnsani Boyut Belgesinin ilgili hükümlerini teyid eder ve 1991 Cenevre Ulusal Azınlıklar Uzmanlar Toplantısı Raporunu hatırlatır”. Aynı şekilde “ulusal azınlıklara mensup kişilerin hakları da dahil insan haklarına tam saygıyı başlıbaşına bir amaç” olarak sayar ve onların“egemenlik ve toprak bütünlüğüne zarar vermeyeceğini, aksine güçlendireceğini savunur”. Avrupa Güvenlik Şartı diyor ki; “Mezkur belgelerde sayılan yaklaşımların yanısıra çeşitli otonomi kavramları da, AGİT ilkeleri ile tutarlı olduğu sürece, devletlerin ulusal azınlıklarının etnik, kültür, dil ve din kimliğinin korunması ve geliştirilmesi için araç olurlar. Her türlü azınlığa karşı şiddeti kınıyoruz. Hoşgörüyü artırmak ve herkesin etnik kökenine bakılmaksızın tam fırsat eşitliğinden faydalanabileceği çoğulcu toplumlar yaratmak için önlemler almayı üstleniyoruz. Ulusal azınlıklara ilişkin sorunların sadece hukukun üstünlüğüne dayanan bir demokratik siyasi çerçeve içinde tatminkar olarak çözümlenebileceğinin altını çiziyoruz. Herkesin bir vatandaşlığı bulunduğunu ve kimsenin keyfi olarak vatandaşlığından mahrum bırakılmaması gereğini teyid ediyoruz.” Avrupa Güvenlik Şartı’nın 22. Maddesi de etnik temizliği ve toplu göçe zorlamayı reddediyor. Özetle AGİT ve Avrupa Güvenlik şartı azınlıklar konusunu ulusal, bölgesel ve küresel işbirliğinin sağlanması ve çatışmaların önlenmesi ile doğrudan bağlantılı görüyor. Bu görüşe ve karara göre “haklar korunmadan ve hukuk işletilmeden barışın veya istikrarın korunması mümkün değil”. Avrupa Güvenlik Şartı gücünü kendisine temel kabul ettiği Helsinki Nihai Senedi, Paris Şartı, 1992 Helsinki Belgesi, 1994 Budapeşte Belgesi, Güvenliğin Siyasi-Askeri Veçheleri Konusundaki Davranış İlkeleri Rehberi ve 21. Yüzyılda Ortak ve Kapsamlı Güvenlik Modeline ilişkin Lizbon Deklarasyonundan alıyor. Bunların arasında 1 Ağustos 1975 tarihli Helsinki Belgesi diye anılan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı Sonuç Bildirgesi büyük önem taşıyor. Sonuç Bildirgesinin 7. Maddesi “Düşünce, Vicdan, Din ya da İnanç Özgürlüğü Dahil İnsan Haklarına ve Temel Özgürlüklere Saygı” başlığı taşıyor. Söz konusu madde şöyle; “Katılan devletler ırk, cinsiyet, dil ya da din ayrımı gözetmeksizin herkes için düşünce, vicdan, din ya da inanç özgürlüğü dahil, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı gösterir. Herbiri insan kişiliğinin niteliğindeki onurdan doğan ve bu kişiliğin özgür ve tam gelişmesi için temel olan kişisel, siyasal, ekonomik, toplumsal, kültürel ve öteki hakların etkin biçimde kullanılmasını güdüleyerek özendirir. Bu çerçeve içinde katılan devletler, bireyin, tek başına ya da başkalarıyla birlikte kendi vicdanı uyarınca din ya da inancını açıklama ve uygulama özgürlüğünü tanır ve ona saygı gösterir. Ülkelerinde ulusal azınlıklar bulunan katılan devletler, bu azınlıklardan olan kişilerin yasa önünde eşitlik hakkına saygı göstererek onlara insan hakları ve temel özgürlüklerden gerçekten yararlanmaları için tam fırsat tanır ve bu amaçla bu alandaki yasal çıkarlarını korur. Katılan Devletler, insan hakları ve temel özgürlüklere saygının, kendileri ve tüm Devletler arasında dostça ilişkiler ve işbirliğinin gelişmesini sağlamak için gerekli barış, adalet ve refahın temeli olduğunu görüşüyle bu hak ve özgürlüklerin evrensel önemini tanır. Karşılıklı ilişkilerinde insan hakları ve temel özgürlüklere sürekli saygı göstererek, Birleşmiş Milletlerle işbirliği dahil, bu hak ve özgürlüklere evrensel ve etkin olarak saygı gösterilmesini özendirmek için birlikte ve ayrı ayrı çaba gösterir. Bireyin bu alanda bilgili olmak hakkını ve hak ve ödevlerine göre davranmasını kabul eder. Katılan devletler, insan hakları ve temel özgürlükler alanında Birleşmiş Milletler Antlaşmasının amaç ve ilkelerine ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine uygun olarak davranır. Bu alanda, ötekilerin yanısıra bağlı olabilecekleri Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmeleri dahil Uluslararası belgeler ve sözleşmelerde konmuş olan yükümlülüklerini de yerine getirir.” Yukarıda belirtilen karar ve belgeler, AB’nin coğrafî genişlemesinin yanı sıra fikrî derinleşmesinin temeline teşkil etmeleri nedeniyle seçilmişlerdir. Bununla birlikte azınlıklar konusu AB’nin belki de en çok karar aldığı ve tespit yaptığı meseledir. YUNANİSTAN’DAKİ AZINLIKLAR BATI TRAKYA TÜRK AZINLIĞI Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı'nın nüfusunun 150.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Lozan belgelerine göre, 1923 yılında 129.120 olan Batı Trakya Türk nüfusu bölge nüfusunun % 68'ini teşkil ederken, bugün 150.000 nüfusla bölge nüfusunun ancak % 35'ini oluşturmaktadır. Lozan Antlaşması'nın imzalandığı tarihte ve Lozan Konferansı belgelerine göre toprak mülkiyetinin % 84'üne sahip olan Azınlığın bugün sahip olduğu toprak oranı ise % 20'ler civarındadır. Yunanistan, göç ettirmek veya asimile etmek suretiyle Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı'nı tamamen eritmek stratejisi uygulamaktadır. Bu amaçla Yunan Vatandaşlık Yasasının 19. Maddesi değiştirilmiştir. Eskiden bu maddenin hükmü şöyle idi: "Yunan olmayan kökenden bir kişi geri dönme niyeti olmaksızın Yunanistan'dan ayrılırsa, bu kişinin Yunan vatandaşlığını yitirdiğine hükmedilebilir. Bu hüküm, yurtdışında doğmuş ve oturmakta olan Yunan-olmayan etnik kökenli kişilere de uygulanır. Ana-babasından ikisi birden veya hayatta olanı vatandaşlığını yitirmiş olan reşit olmayan çocuklardan yurt dışında yaşayanlar da vatandaşlığını yitirmiş olarak ilan edilebilir. Vatandaşlık Konseyinin aynı yönde alacağı karara dayanarak bu konuda İçişleri Bakanı hüküm verir." Batı Trakya Türk Azınlığı mensuplarını vatandaşlıktan çıkarmak için kullanılan bu madde, Yunan vatandaşları arasında “etnik kökenlerini” kıstas alarak, “Yunan asıllı olanlar ve olmayanlar” şeklinde ayırım yapmaktaydı. Bu maddeyle vatandaşlıktan iskat edilenler kendilerine bir tebligat dahi yapılmadan, keyfi biçimde vatandaşlıktan çıkarılmışlardır. Soydaşlarımız vatandaşlıktan çıkarıldıklarını sınır kapılarında öğrenmiş, haklarında alınan karara itiraz edebilmeleri için Yunanistan'a giriş yapmalarına dahi izin verilmemiştir. Bu şekilde Yunan vatandaşlığı kaybettirilen soydaşlarımızın sayısının 60.000 civarında bulunduğu tahmin edilmektedir. 11 Haziran 1998 tarihinde Yunanistan Parlamentosu Vatandaşlık Yasası'nın 19'uncu maddesinin iptal edilmesine karar verdiğini açıklamıştır. Bununla birlikte, Yunan Hükümeti, binlerce vatansız soydaşımızın beklentilerinin aksine, yasa iptalinin geriye dönük etkisi olmadığını, yani vatansız soydaşlarımızın gasp edilen vatandaşlıklarının iade edilmeyeceğini bildirmiştir. Batı Trakya'yı Bulgaristan sınırına paralel şekilde doğu-batı yönünde geçen bir hattın kuzeyinde kalan, 20-30 km. genişliğinde ve yaklaşık bölgenin üçte birini kapsayan ve içinde münhasıran soydaşlarımızın yaşadıkları yer soğuk savaş döneminde "askeri yasak bölge" ilan edilmiştir. Batı Trakya'nın da içinde bulunduğu Yunanistan topraklarının yarısından fazlası 1938 tarih ve 1366 sayılı yasayla sınır bölgesi olarak ilan edilmiş ve bu bölge içinde taşınmaz alıp-satmak isteyen Yunan vatandaşlarının ilgili vilayetlerde bu amaçla kurulmuş bulunan bir komisyondan izin almaları zorunluluğu getirilmiştir. 4-5 yıldır Azınlık bireyleri arasında veya Yunan kökenliden Azınlık bireylerine taşınmaz satışına seçici olarak izin verilmeye başlanmıştır. Ancak, izinlerin verilmesinde ayları bulan uzun bekletmeler gibi caydırıcı önlemler sürdürülmektedir. Yunanistan, 1923'ten bu yana Lozan Antlaşması'nın sağladığı garantilere ve haklara rağmen Batı Trakya'daki Türk azınlığı asimile etmektedir. ARNAVUTLAR Yunanistan'daki Çamlık Müslümanları ve "Ortodoks Arvanitestler" olarak adlandırılan Arnavutlar vardır. Müslüman Çameria Arnavutları özellikle ikinci savaş döneminde kitleler halinde Arnavutluk'a göç etmiş, geriye kalanlar ise büyük ölçüde asimile olmuşlardır. Arvanitesler ise dini ortak payda Ortodoksluk ve eğitim sistemindeki Yunan egemenliği sonucu asimile edilerek Helenleştirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Yunanistan'da 1951 yılı nüfus sayımı sonuçlarına göre Arnavutça konuşan 22 bin kişi bulunmaktadır. Yunanistan kendi topraklarında Arnavut kökenlilerin bulunduğunu inkar etmekte, Arnavutluk'ta yaşayan 10.000-150.000 Çamerya Arnavutunun topraklarına dönmesine izin vermemekte, Yunanistan'daki mal varlıklarını ve vatandaşlıklarını iade etmemektedir. Ortodoks Arnavutlara verilen kendi kiliselerini kurma hakkı ellerinden gasp edilmiştir. ULAHLAR Tuna'nın güneyinde, özellikle Yunanistan'da yoğunlukla yaşayan Ulahlar, Latin kökenli bir dil konuşmaktadırlar. Çeşitli kaynaklar, Yunanistan'da Ulahların sayısını 300-600 bin arasında göstermektedir. Yunanistan, topraklarında yaşayan diğer azınlıkların olduğu gibi Ulahların da ayrı etnik kimliğe sahip olduğunu inkar etmekte, asimilasyon veya zora başvurarak göç ettirme yöntemlerini kullanmakta ve böylece kendisini homojen bir toplumsal yapıya sahip olarak takdim etme çabası içindedir. MAKEDONLAR Kuzey Yunanistan'da, Makedon kökenli bir topluluk vardır. Yunan hükümeti “Makedon” sözcüğünü Kuzey Yunanistan'da yaşayan bütün Yunan vatandaşlarını tanımlayan coğrafi bir tabir olarak görmekte ve öyle göstermek istemektedir. Yunanistan, Makedonları “Slav-Yunanlar” veya “çift dilliler” olarak değerlendirmektedir. Makedonlar ve özellikle Makedon insan hakları savunucuları hükümet tarafından taciz edilmekte, güvenlik kuvvetleri tarafından izlenmekte ve tehdit edilmektedir. Ayrıca, hükümetin taciz etmesinden kaynaklanan ekonomik ve sosyal baskılara maruz kalmaktadır. DİĞERLERİ Batı Trakya Türkleri, Arnavutlar, Ulahlar ve Makedonların yanı sıra, % 95'ini Greklerin oluşturduğu Yunanistan'da az sayıda Yahudi, Katolik, Çingene, Pomak, Gagauz, Bulgar, Ermeni, Mased (Rumanian Macedo), Meglenler (Rumanian Megleno), Sırplar ve Hırvatlar gibi etnik gruplar vardır. Ancak bu nüfusça az sayıdaki etnik grupların, devlet politikası gereğince “Helenleştirildikleri” iddia edilmektedir. Yunan Hükümeti, sadece nüfusları az etnik grupları değil, Batı Trakya Türklüğü, Arnavutlar, Ulahlar ve Makedonları da, etnik ya da kültürel değil, sadece “dini bir kimliğe sahip olan azınlıklar” olarak görmektedir. (Ana Britannica, C. 32, s. 285.) YUNANİSTAN'DAKİ DİL GRUPLARI Yunanistan'da Yunanca'dan başka 14 dil daha konuşulmaktadır. Çağdaş Yunanca'nın üç ayrı biçimi vardır. Bunların ilki, her biri ayrı bir sayılabilecek çok farklı yerel lehçelerden oluşmaktadır. Bunlar, bugünkü konuşma dilinin temelini oluşturan “Peloponnesos Lehçesi”, Eğriboz'un kuzey kesimlerinde, Attika'nın kuzeyindeki anakarada ve kuzeydeki Ege adalarında konuşulan “Kuzey Lehçeleri”, Megara'da ve Eğriboz'un iç kısımlarındaki kimi yörelerde konuşulmaya devam eden "Eski Atina Lehçesi" ve “Girit Lehçesi” ile Kıbrıs, Rodos, Sakız gibi adalarda konuşulan “Güneydoğu Lehçeleri”dir. Yunanca'nın ikinci biçimi bütün kent merkezlerinde konuşulan ve hemen herkes tarafından anlaşılan “Demotikos”tur. Üçüncüsü ise, Attikacıların savunduğu “arındırılmış” yazı dili “Katharevusadır”. Katharevusa, Yunan devletinin kuruluşu ile birlikte resmi dil olmuş, 1976 yılına kadar da resmi dil olarak kalmıştır. 1964'teki önemli eğitim reformuyla ilkokullarda “konuşma dili” olan “Demotikos(Demotike)” okutulmaya başlanmış; 1976'da eğitimde, 1977'de ise tüm devlet işlerinde yasa ile konuşulan halk dili kullanılmaya başlanmıştır. Yunanca'da İtalyanca, Türkçe ve Latince ile son zamanlarda Fransızca ve İngilizce'den alınma çok sayıda kelime bulunmaktadır. Yunanca'daki Türkçe kelimeler, Osmanlı hakimiyetini ile birlikte görülmeye başlanmıştır ve daha çok yönetim ve yeni günlük yaşamla ilgili, kadı, harç, fetva vs. gibi kelimelerdir. Ethnolojue Database verilerine göre; Yunanistan'da Yunanca dışında konuşulan diller ve bunları konuşan etnik gruplar şunlardır: ARNAVUTÇA: Attika (Attiki), Bokatia (Viotia), güney Euboia (Evia) ve Salamis (Salamina) Adası ile Atina ve Epir bölgesinin köy ve kırsal kesiminde, 50 bin ile 140 bin kişi konuşmaktadır. Konuşanlara “Arvanitler” denilmektedir. Genellikle yaşlı halk konuşmakta; gençler Atina'ya göç etmekte ve Yunanlılar tarafından asimilasyona tabi tutulmaktadır. Yunanistan'da Arnavutça konuşan bu insanlar Hıristiyan'dır. ERMENİCE: Yunanistan'da 20 bin Ermeni, Ermenice konuşmaktadır ve Hıristiyandırlar. BULGARCA: Yunanistan'da 30 bin civarında Pomak tarafından konuşulmaktadır. Müslümandırlar. MAKEDONCA: Yunanistan nüfusunun yüzde 1.8'ini oluşturan 180 bin 180 (1986 nüfus sayımına göre) Makedon azınlık tarafından konuşulmaktadır. Yunanlılar bu dil için “Slavik” tabirini kullanmaktadırlar. BALKAN ROMANCASI: Bir Çingene dilidir. Yunanistan'da 30 bini Yunan Romancası, 10 bini Arlija (Erli) diyalekti olmak üzere toplam 40 bin Müslüman Çingene tarafından konuşulmaktadır. ULAH ROMANCASI: “Romanes, Tsingani ve Rom” gibi isimlerle de adlandırılan bu dilin “Lovari” diyalekti, Yunanistan'da bin kişilik bir Hıristiyan Çingene grubu tarafından konuşulmaktadır. Bunlar kendilerine “Rom” demektedir. Bazı yerleşik Çingeneler onları “Tsingani” olarak ikinci bir isimle adlandırırken; onlar da yerleşik olmayan Çingeneler için “Yifti” demektedir. ROMAN YUNANCASI: “Helleno-romani” de denilen, bir Çingene dilidir. MASED RUMENCESİ: “Arumence, Aromence ve Armina” da denilen bu dil, Kuzeybatı Selanik ve Kuzey Yunanistan ile, Pindus dağları ve Trikala etrafında 50 bin kişi tarafından konuşulmaktadır. Yunan okullarında okuyan ve “Armini” olarak bilinen bu grubun çocukları, Yunan kültürü içinde hızlı bir şekilde asimile olmaktadırlar. %20 oranında geleneksel hayatlarını devam ettirmektedirler. MEGLEN RUMENCESİ (Rumanian, Megleno): “Meglenitik” de denilen bu dil, Meglen bölgesi olan Selanik'in kuzeyinde konuşulmaktadır. SIRP HIRVATÇASI: Sırpça da denilen bu dili konuşanların bir kısmı Müslüman, bir kısmı da Hıristiyandır. TSAKONİCE: Alternatif isimleri, “Kastanitas-Sitena” ve “Lenidi-Prastos” olan bu dil; Kastanitas, Stena, Prastos, Karakovonve, Pramatefti, Spounakeida, Tyros gibi şehirler ile Peloponnes'in doğu sahillerinde bin 200 ile 10 bin kişi arasında bir insan topluluğu tarafından konuşulmaktadır. Bunlar, yaz mevsiminde Peloponnes'in doğusunda yer alan Leonidi'nin batısındaki dağlara çıkmakta ve kış gelince de Leonidi ve komşusu olan şehirlere inmektedirler. Tsakonice, eski Ispartalıların ve Lokania'da konuşulan “Dorik” diyalektiğinden çıkmıştır. Buralarda 1927'de “tek dillilik” vardı. Bu dilin modern Yunanca ile doğal anlaşılabilirliği yoktur. Yunan okullarına devam eden çocuklar, kışları ana sınıflarına gitmektedirler. DEVAMI AZINLIK RAPORU -2- DE.. (diplomatikgözlem) |
2913 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |