6-7 Eylül’ü biliriz de 29 OCAK’ı Neden Bilmeyiz
Türkiye’de birçok insan İstanbul’da yaşanan 6-7 Eylül 1955 olaylarını bilir ama, Yunanistan’ın Batı Trakya Bölgesinde 1988 ve 1990 yıllarında Türklere saldırılan 29 OCAK olaylarını bilmez. Yunanlıların, linç etmek amacıyla Batı Trakya Türklerine saldırdığı, işyerlerini yakıp yıktığı, insanlığın ve insan haklarının kaybolduğu karanlık bir gündür. Hem de dünyaya demokrasi ve insan hakları dersi vermeye kendini yetkili gören, herkesi tarihiyle yüzleşmeye davet eden ve Avrupa Birliğinin üyesi olan bir ülkede…
İnsanların binlerce yıllık geçmişine ve Lozan Anlaşmasıyla belirlenmiş yasal statülerine rağmen kimliklerinin inkar edildiği, dernek, okul ve benzeri kuruluşlarında TÜRK kelimesini kullanamadıkları bir ülkeden bahsediyoruz. Türk Azınlık gazetelerine ve Dernek Yöneticilerine sudan sebeplerle astronomik cezalar vermek suretiyle yıldırmaya ve yok etmeye çalışıldığı bir demokrasiden bahsediyoruz.
Batı Trakya Türkleri, anlaşmalarla kazanılmış azınlık haklarına rağmen, kendi müftülerini seçme başta olmak üzere dini özgürlüklerinin, eğitim sorunlarının kimliğini ifade özgürlüğünün kısıtlandığı, Dernek ve Kuruluşlarında “TÜRK” isminin kullanılamadığı bir ülke olan Yunan Devletinin baskıları altındadır. 60 bin Batı Trakya Türk’ü “Helen Kökenli” olmama gerekçesiyle Yunanistan vatandaşlığından çıkarılmıştır. Uluslararası camianın baskıları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına rağmen “Türk” ismini kullanma hakkı ve Yunanistan Vatandaşlık Kanununun 19.ncu maddesi yürürlükten kaldırıldığı halde mağdur olan binlerce insanın vatandaşlık hakkı iade edilmemiştir.
Yunanistan’da yaşanan sıkıntılar çok, fakat bugün asıl konumuz Batı Trakya’da “29 OCAK/Milli Direniş Günü” olarak anılan meşum olaylar olduğundan onları paylaşacağız.
04 Kasım 1987’de “Batı Trakya’da Türk Olmadığı” iddiasıyla “Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği” ve “Gümülcine Türk Gençler Birliğini” kapatılması kararını Yunanistan Yargıtay’ı onaylamış ve Batı Trakyalı Türkler 05 OCAK 1988’de durumu öğrenmişlerdi. O tarihlerde Davos’ta yapılacak Özal-Papandreu görüşmesinin aksamaması düşüncesiyle Türkiye’nin sessiz kalmış ve Türkiye’deki tepkilere izin vermemişti. Bu gelişmeler Yunanistan’da yaşıyan kardeşlerimizi hayal kırıklığına uğratmış kendi haklarını savunma arzusunu arttırmış ve mücadele kararı almışlardı. Yürüyüş yapma isteklerine Yunan Hükümeti izin vermeyerek Türklerin herhangi bir şekilde biraraya gelmesinin yasaklandığını duyurdu. Batı Trakya’nın her tarafında baskılardan bunalan binlerce Türk Gümülcine’ye geldi. Bunun üzerine Hükümet tarafından camiler kapatıldı, Milletvekili Ahmet Faikoğlu’nun itidal tavsiye eden konuşması ardından topluluk dağılmaya başladı, fakat çatışma ve haksız tutuklama haberlerinin ardından dağılan insanlar yürüyüşe başladı. Polis şiddet kullanarak ve döverek Türklerden oluşan kalabalığı dağıttı. Olayların durulmasının ardından geçen iki yıl sonra Azınlık Yüksek Kurulu’nun olayların yıldönümü nedeniyle eski camide düzenlenecek mevlitle anmak istemesi üzerine Yunanlılar mevlidi engellemek amacıyla çeşitli senaryolar üretmeye başladı. Gümülcine Maronia Kilisesi Metropoliti Damaskinos’un çağrıları, Yunan fanatikleri etkilemiş, Solakadis isimli bir Yunanın saldırıya uğradığı ve öldüğü şeklinde yalan haberlerle halk kışkırtılmıştı. Galeyana gelen Yunanlılar polisin gözleri önünde Türklere ait işyerlerine ve kahvehaneye taş, sopa, bıçak ve demir çubuklarla saldırdılar. Müftü M.Emin Aga ve Bağımsız Milletvekili Ahmet Faikoğlu’da dahil bir çok Türk yaralandı. Bu olaylarda Baskın Oran’ın ifadesiyle Yunan polisi olaylara seyirci kalmış ve hatta saldırganlara yer yer yol göstermiştir.
İlişkilerinin iyileştirilmesi adına dost eli uzattığımız Yunanistan genellikle bu iyi niyeti istismar ederek ülkesinde yaşayan Türklere karşı asimilasyon ve inkar politikalarından vazgeçmemiş aksine dünyanın gözü önüne baskılarına devam etmiştir. Anavatan tarafından yalnız bırakıldıkları duygusuna kapılan Batı Trakya Türkleri haklı davalarını Avrupa İnsan Hakları Mahkemelerinde kazanmış fakat kararlar uygulanmamıştır.
Bu konuda Resmi Yetkililerin ihmal ve kusurlarıyla olası katkıları, suçluların cezalandırılması ve zararların tazmini talep edilmeli ve insanların mağduriyeti giderilmelidir. “29 Ocak Batı Trakya Türklerinin Milli Direniş Günü” adıyla çeşitli etkinliklerle anılarak Türk ve dünya kamuoyuna anlatılmalıdır. Batı Trakya Türklüğü’nün sorunları sadece basit bir derneğin meselesi değil Türkiye’nin ve insanlığın sorunudur. Özellikle Rumeli’den gelenlerin kurduğu Sivil Toplum Kuruluşları başta olmak üzere çeşitli düşünce kuruluşlarının, aydınların, üniversite ve akademik çevrelerin konuyu derinliğine incelemeleri, çeşitli panel, sempozyum, konferanslarla ve hatta film veya dizi yapılarak gündeme getirmeleri gerekmektedir. Yaşanan acılar görmezden gelinemez ve telafisi zamana bırakılarak meşruiyet kazandırılamaz.
Süheyl ÇOBANOĞLU
RUBASAM Bşk.V.