Demokrasinin beşiğinden demokrasinin mezarına…YUNAN HALKI KİMİN UMURUNDA? Demokrasinin beşiğinden demokrasinin mezarına… Yunanistan tarihinin en ağır krizini yaşıyor. Ayrıca Yunanistan finans tarihinin de en ağır krizlerinden birisini yaşıyor. Yunanistan’da devlet iflas etti. Yunanistan’da ekonomik sistem çöktü. Atina dış yardımlarla ayakta kalmaya çalışıyor. Herkesin bildiği gibi, herkesin gördüğü gibi; Yunanistan’da borç alan, borca neden olan başka, borcu ödemek zorunda olan başka! Yunan halkının geleceği bitti… Yunanistan sıklıkla demokrasinin beşiği olarak tanımlanır. Yani Yunanistan’ın demokrasinin doğduğu ve geliştiği yer olduğu anlamında bu ifade kullanılır. Elbette Yunanistan’ın tarihinde bu iddiayı teyit eden veri dikkat çekecek derecede az. Ama yine de Avrupa Birliği üyesi bir ülkenin köklü ve kafi derecede gelişkin bir demokrasiye sahip olduğu düşünebilir. Demokrasi kavramının anlam çerçevesi üzerinde çok durmaya gerek yok. Çünkü demokrasinin en basit tanımı olan “kendi kendini yönetme” ve “ülkenin halk iradesiyle yönetilmesi ilkesi” yeterli. Elbette demokrasi hakkında daha birçok söz edilebilir. Ama bu ikisi yeterli. Çünkü Yunan halkı bugün bu iki ilkeden mahrum. Yunanistan’daki acıklı tablo Mayıs ve Haziran aylarında yapılan seçimlerde de belli oldu. Yunanistan’da seçimler 6 Mayıs 2012 tarihinde yapıldı. Seçmen ülkeyi çöküşe götüren iki büyük partiyi cezalandırdı. PASOK ve Yeni Demokrasi Partisi ağır oy kaybına uğradılar. 2009 yılında yapılan seçimlerde geçerli oyların yaklaşık % 80´e yakın kısmını alan iki parti, sert bir düşüşle toplamda %30´lar seviyesinde kaldılar. 6 Mayıs seçimlerinde Yeni Demokrasi Partisi %18,85, Radikal Sol İttifak (SYRIZA) %16,78, PASOK %13,18, ANEL %10,60, Yunanistan Komünist Partisi %8,48, Altın Şafak %6,97 ve DİMAR %6,10 oy aldı. Seçmen hem PASOK’u hem de Yeni Demokrasi Partisi’ne on yıllardır devam eden karşılıklı denge politikasının hesabını böyle sordu. Nihayetinde 750 EUR düzeyindeki asgari ücrette, maaşlarda ve emekli maaşlarında yapılacak kesintilerin, azaltılacak eğitim ve sağlık harcamalarının, ayrıca 150.000 kamu personelinin işten çıkarılmasının bir faturası olmalıydı. Bu tabloya göre Yunan kamuoyu Avro Bölgesi konusunda ısrarcı değildi. Çünkü herkes biliyordu ki, şayet Yunanistan Avro Bölgesi’nde olmasaydı, eski milli para birimi Drahmiyi devalüe eder, daha sonra borçlarını enflasyonla eritir, hem kamu harcamalarını hem de hane başına geliri artırıp, tüketimi kışkırtarak bu süreci yaralı da olsa atlatırdı. 6 Mayıs seçimlerinden sonra hükümet kurulamadı. Halbuki PASOK ve Yeni Demokrasi Partisi yaşanan milli felakette payları olduğunu kabul etmeliydiler. Seçmenin tepkisine ve tercihine saygı göstermeliydiler. Ama onun yerine seçimlerin ardından hükümet kurma çalışmalarını bloke ettiler ve ülke yeniden seçime gitti. 17 Haziran’da yapılacak seçimler ile kamuoyuna bir mesaj vermiş oldular. Yunanistan’da kurulacak hükümeti de, seçim sonuçlarını sokaktaki adam tayin etmez. Borcu da o almaz. Ama borcu da o öder, kurulacak hükümeti de o kabul eder… 17 Haziran seçimlerinde ya Yeni Demokrasi Partisi ya da PASOK zafer kazanmalıydı. Hükümeti ya biri ya da ikisi beraber kurmalıydı. Çünkü verilen sözler vardı, o sözler tutulmalıydı ve Yunan halkı da buna engel olmamalıydı. Verilen sözlerin arasında 2012 yılında 15.000ve 2015 yılına kadar 150.000 kamu görevlisinin işten çıkarılması vardı. Ayrıca Asgari maaşın %22 düşürülmesi ve emekli maaşlarının indirilmesi de. Kurulacak hükümet harcamalarda 3 milyar EUR düşüş sağlamayı ve 2015 yılına kadar 15 milyar Euro’luk özelleştirme yapmayı taahhüt edecek ve uygulanacaktı. Buna işe alım ve kovulmayı kolaylaştırmak için iş kanunlarında değişikliği, artacak vergileri de eklemek lazım. 17 Haziran’da yenilenen seçimlerden Yeni Demokrasi Partisiaz farkla birinci çıktı. Yeni Demokrasi Partisi %29,7, SYRIZA%26,9, PASOK %12,3, ANEL %7,5, Altın Şafak %6,9, DIMAR %6,2 ve Yunanistan Komünist Partisi de %4,5 oranında oy aldı.Yunanistan´da Yeni Demokrasi Partisi, PASOK ve DİMAR koalisyon hükümetini kurdu. Aslında Yeni Demokrasi Partisi lideri Antonis Samaras’ın seçimin ardından yaptığı açıklamadaki “Avrupa’nın zaferi” ifadesi gerçekten doğruydu. Çünkü bu seçim süreci ve sonunda kurulan hükümet Yunan halkının değil, Avrupa Birliği’nin zaferiydi… Yunan halkı sadece seçimlerde göz ardı edilseydi, diğer zamanlarda önemsenseydi belki iyimser olmak için hala bir nedenin varlığından söz edilebilirdi. Ama Yunan halkı iki defa sandık başına gitmesinin yanı sıra 2012 yılını sokakta, meydanda, eylemde ve gösteride geçirdi. Ama yine de hiçbir sonuç elde edemedi. Ocak ayında doktorlar yeni maaş politikasını protesto etmek için 72 saat greve gitti. Ayrıca eczacılar da alacaklarını tahsil edemedikleri için 48 saat grev yaptı. Onları çiftçiler takip etti. Viotia bölgesindeki çiftçiler halka bedava patates ve soğan dağıttı. Ayrıca gösteriler düzenlediler. Hiçbir işe yaramadı. Şubat ayında Yunan halkı her ay olduğu gibi yine sesini yükseltti, eylem üzerine eylem yaptı. Şubatta bir grev daha oldu. Kamu ve özel sektör çalışanları hükümetin, yeni yardım karşılığında Avrupa Birliği, Avrupa Merkez Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nun temsil edildiği Troyka’nın taleplerini yerine getirmek için yeni tasarruf tedbirlerine karşı 48 saatlik grev kararı aldı. Grev sırasında sokak savaş meydanına döndü. Atina’da ve pek çok şehirde yer yerinden oynadı. Arabalar yakıldı, mağazalara ve bankalara Molotof kokteylleri atıldı. Resmi açıklamada dokuzu tarihi ve mimari açıdan değere sahip toplam 93 binanın ciddi, 150 kadar binanın hafif hasar gördüğü ve caddelerden 40 ton taş ve mermer parçasının toplandığı belirtildi. Toplumsal muhalefet yine de sesini hükümete de, parlamentoya da duyuramadı. Hükümet Troyka’nın her dediğini yaptı. Parlamento hükümetin her istediğini kabul etti. Yunan halkının barışçı eylemleri de, sert protestoları da, geceleri sabahlara kadar sokaklarda olması da “hiç” değerindeydi. 2012 yılı boyunca Yunanistan’da binlerce kişi defalarca binlerce polisle çatıştı. Yunanistan’ın son halinin ve halkın durumunun simge ismi 4 Nisan günü belli oldu. O bir muhalefet lideri veya öğrenci değildi. Dimitris Christoulas yaşlı, emekli bir eczacıydı.77 yaşındaydı. Atina´nın “savaş meydanı” olan Sintagma meydanında intihar etti. Ardında bıraktığı notta, “çöplerden yiyecek arama durumuna gelmeden önce onurlu bir şekilde hayatıma son vermek istedim” yazılıydı. İstatistikler, Yunanistan’da krizin başlangıcından bu yana yaklaşık 1.500 kişinin intihar ettiğini gösteriyor. Yunanistan’da intiharlar son 3-4 yılda %40 arttı. İntihar umudun öldüğü yerde olur. Önce umut ölür, ardından insan kendisini öldürmeyi düşünür. Umudu ölen Yunan halkında ölmeyi düşünenlerin sayısı da artıyor. Nitekim hayatı mahvolan denizcilik sektörü çalışanları da iki günlük grev yaptı. Çünkü hükümet onların hem maaşlarını hem emekliliklerini ve emekli maaşlarını hem de yararlandıkları sağlık hizmetlerini azalttı. Ama onların yaptığı iki günlük grevde Atina’da hükümet ve parlamento binalarında duyulmadı, görülmedi… Çünkü 26 Temmuz’da da görüldüğü gibi Yunanistan’da hükümet için esas sorumlu olduğu kimseler Yunanistan’ın vatandaşları değil, Avrupa Birliği Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve Uluslararası Para Fonu temsilcilerinden oluşan Troyka heyeti. Samaras için sokakların yanması, meydanların patlaması veya halkın infiali değil, Troyka’nın kahve içerken sohbet sırasındaki muhtemel imaları daha belirleyici… Samaras’ı Atina da durdurmadı, Selanik de durduramadı. 11,5 milyar EUR tutarındaki kamu kesintisine karşı yürüyen 15.000 sendikalı da hükümeti vazgeçiremedi. Atina’da Sintagma meydanında hükümet ve parlamento binalarına karşı düzenlenen yürüyüşler de hükümetin fikrinden dönmesini sağlamadı. Hatta Ekim ayında Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in Atina ziyareti sırasında kentte o güne kadar görülmemiş sıkı güvenlik önlemleri uygulanmasına rağmen ve protesto gösterilerinin yasaklanması işe yaramadı. Atina’da halkla polis arasında büyük çatışmalar yaşandı. Buna rağmen ve 18-20 Ekim’deki genel greve rağmen, Atina hükümeti geri adım atmadı ve halka kulak vermedi. 100.000 kişinin polisle çatışması sıradan bir durum olarak görülmemeli. Eğer çatışanların sayısı bu seviyeye geldiyse, buna asayiş sorunu ya da protesto eylemi demek sadece sorunu yok saymak olur. Yunanistan’da Yunan halkı yok yerine konuluyor. Kararları, tepkileri, korkuları, öfkeleri ve endişeleri göz ardı ediliyor. Süreç, bu halin daha uzun yıllar bu şekilde aynen devam edeceğini gösteriyor. Muhtemelen Yunan halkın ruh halinin bozuk olmasında bunun etkisi de var.
Alman psikoterapist Georg Pieper Almanya’da yayınlanan Junge Welt adlı gazeteye Yunan halkının psikolojik durumunu değerlendirirken, gerçekten tüyler ürpertici ifadeler kullanıyor. Georg Pieper Atina’da da incelemeler yapmış. Travma terapisi konusunda çalışmalar yürütmüş. Yunanistan’da krizle beraber artan vakaları araştırmış ve Yunan meslektaşlarıyla görüşmüş. Georg Pieper Yunanistan’da psikoterapistlere olan ihtiyacın kesinlikle arttığını ifade ediyor. Pieper Yunanistan’da devletin psikoterapi bedelini ödemediğini ve özel kliniklere gidemeyen ihtiyaç sahiplerinin mağdur olduğunu söylüyor. Pieper’in Junge Welt’te aktardığına göre Yunanistan’da darp ve şiddet saldırısı kurbanlarının sayısında ciddi bir artış var. Ayrıca cinsel istismar vakalarının sayısı da artıyor. Ağır kazalarda ve yangınlarda yaralananların sayısı da yükseliyor. Pieper Yunan toplumunda hüsranın arttığını, saldırganlığın ve şiddet potansiyelinin de çok yüksek seviyelere çıktığını kaydediyor. Yunan erkekleri arasında anksiyete bozuklukları ve depresyon giderek yayılıyor. Ormandan kaçak kesilen ağaçlarla ısıtılan evler, ısıtma sistemi tümden devre dışı olan mahalleler, toplu işten çıkarmaların getirdiği psikolojik tahribat günlük hayatın parçası. İnsanlar işini kaybedince kendisini değersiz hissediyor. Milyonlarca insan işini kaybetti. Halen işi olanlar ise kriz öncesine göre yarı yarıya az para kazanıyorlar. Erkeklik gururu kırılıyor. Yunanistan’da üç yıl öncesine göre intihar vakaları iki kat arttı ve intihar edenlerin %75’i erkeklerden meydana geliyor. Alkol tüketimini de artıran depresyon ve aksiyete bozukluğu erkeklerin aile için şiddete eğilimini artırıyor. Yarısı işsiz olan gençlik arasında da sokak çeteleri artıyor. Altın Şafak (Hrisi Avgi) gibi faşist örgütlere sempati duyanların sayısı yükseliyor. Yunanistan’da devlet bazı sokaklarda ve mahallelerde artık söz sahibi değil. Sağlık sistemi çöken ve hastanelerinde ilaç bulmanın bile mesele haline geldiği ülkede, hastaneye yatanlar yemeklerini ve nevresimlerini evden getirmek zorunda. Hastanelerdeki temizlik personeli işten çıkarıldığı için hijyeni doktor ve hemşireler sağlamaya gayret ediyor. Diğer taraftan özel hastaneler de çok pahalı olduğu için, pek çok kimse tedavi veya terapi göremiyor. Diğer bir deyişle Yunan halkının akıl ve ruh sağlığı bozuldu. Yunanistan borçlarını ve bunun faturasını gerçek anlamda ruhuyla ödüyor…
(http://www.diplomatikgozlem.com/TR/belge/1-9298/yunan-halki-kimin-umurunda.html) |
915 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |